Onun evi küçük ve eski.
- Sein Haus war klein und alt.
Gouda peynirini küçük küpler halinde kesin.
- Schneiden Sie den Gouda in kleine Würfel.
Büyük sözleri bekleme, ufak bir jest yeter.
- Erwarte keine großen Worte, eine kleine Geste ist genug
Kocaman bir dünyanın ufacık bir parçasısın sen. Sadece ufacık bir nokta, belki de daha ufak ve yinede dünya sensiz boş olurdu. İyi ki varsın.
- Du bist ein ganz kleiner Teil von einer ganz großen Welt. Nur ein ganz winziger Punkt oder vielleicht auch noch weniger, und doch wäre die Welt leer ohne dich. Schön, dass es dich gibt.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Sahip olduğum azıcık bilgiyi ona verdim.
- I gave her what little information I had.
Tom Mary'den muhtemelen sadece biraz daha genç.
- Tom is probably just a little younger than Mary.
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
In ihrem Schlafzimmer stand ein kleiner Tisch. Und darauf stand ein kleines Fläschchen.
- In haar slaapkamer stond een tafeltje. En daarop stond een klein flesje.
Die Niederlande sind ein kleines Land.
- Nederland is een klein land.