beraber

listen to the pronunciation of beraber
Türkisch - Englisch
together

Tom and Mary spend a lot of time together. - Tom ve Mary beraber epey zaman geçirdiler.

We go fishing together once in a while. - Ara sıra beraber balığa gideriz.

with

Tom was the one who suggested that I go out with Mary. - Tom Mary ile beraber çıkmamı öneren kişiydi.

As long as you are with him, you can't be happy. - Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.

common
equal

In the last minute, Marcello score an equalizing goal. - Son dakikada Marcello bir beraberlik golü attı.

in unison
in tandem with
jointly

They worked jointly on this project. - Onlar bu projede beraber çalıştılar.

in tandem
co
together; with each other; as a body; together with, along with, with
equivalent to; on the same level as (used in an abstract sense): Kendini onunla beraber tutamazsın. You can't put your self on the same level with him
although (used with an infinitive): Bazı kötü huylara sahip olmakla beraber yüreği temizdi. Although he had a number of bad traits his heart was in the right place
together; equal, level
on the same level as (used in a concrete sense): Mutfak yatak odasıyla beraber. The kitchen's on the same floor as the bedroom
level
com-
accompanying
con

Tom and I sat together at the concert. - Tom ve ben konserde beraber oturduk.

beraber kalmak (biriyle)
stick with
beraber (yapmak)
in unison
beraber gelmek
accompany someone
beraber gelmek
come along
beraber gitmek
go along with
beraber içilmek
accompany
beraber yapılan
common
beraber yaşamak
cohabit
beraber yenilmek
accompany
beraber çalışmak
(Ticaret) collaborate
beraber çalışmak
pitch in
beraber değiliz
we are not together
beraber büyüme
ankylosing
beraber büyüyen
ankylosing
beraber dokumak
interweave
beraber dokunmuş
(Tekstil) interwoven
beraber düşüp kalkmak
to live together
beraber götürmek
take along
beraber hareket etmek
act jointly
beraber hareket etmek
coact
beraber hareket etmek
act together
beraber imzalayan kimse
cosignatory
beraber satın alma
collaborative purchase
beraber vakit geçirmek
hobnob
beraber var olan
coexistent
beraber yaşama
cohabitation
beraber yürüme
concrescence
beraber çalışmak
play ball
beraber-ürün
(Jeoloji) co-product
benimle beraber
with me
bununla beraber
nonetheless
bununla beraber
nevertheless
bizimle beraber
with us
bununla beraber
come to that
bununla beraber
(Kanun) therewith
bununla beraber
in despite of
bununla beraber
having said that
bununla beraber
forall that i know
bununla beraber
nathless
bununla beraber
natheless
bununla beraber
notwithstanding
bununla beraber
that being said
hepsi beraber
all told
seninle beraber
with you
sizinle beraber
with you
can beraber
life together
hayvanlık, canlı olmakla beraber akılsız olu
bestiality, live with it, but foolish
olmakla beraber
Although
anca beraber kanca beraber
for better or for worse
anca beraber, kanca beraber
(Konuşma Dili) We will stick together through thick and thin
at başı beraber/bir
both in the same condition, on the same level
başımla beraber
with great pleasure, gladly
bununla beraber
nontheless
bununla beraber
therewithal
bununla beraber
at the same time
bununla beraber
withal
böyle olmakla beraber
but yet
evlenmeden beraber yaşama
cohabitation
evlenmeden beraber yaşamak
cohabit
evsahipleri ile beraber
above the salt
göbeki bağlı/beraber kesilmiş
buddy-buddy with
hep beraber
en masse
hep beraber
in a body
hep beraber
all together
hep beraber
with one consent
hep beraber
as one man
hep beraber
in toto
hep beraber
all together, in chorus, with one accord, bodily
hep beraber
with one accord
hep beraber şarkı söyleme
barbershop singing
herkesle beraber olma
promiscuity
hizmetçilerle beraber
below the salt
ile beraber
a) along with, together with b) as soon as, no sooner ... than c) apart from d) although
ile beraber/birlikte
1. together with, along with, including, inclusive of: Haşim öbür çocuklarla birlikte okula gitti. Haşim went to school along with the other children. Termosifonun fiyatı KDV'yle birlikte bir milyon liraydı. The price of the water heater, VAT included, was one million liras. 2. when, at the same time that: Kışın gelmesiyle beraber odun pahalılaştı. When winter arrived wood became more expensive. 3. although: Sadece on iki yaşında olmakla beraber motorlar hakkında epey bilgisi var. Although he's only twelve, he knows a fair bit about motors. Hakan itiraz etmekle beraber Mümtaz işin tümünü tek başına yaptı. Although Hakan objected, Mümtaz did all the work by himself. 4. as well as, apart from, besides: İyi bir şair olmakla birlikte çok yetenekli bir öğretmen. Apart from being a good poet he is also a very capable teacher
kadının ölen kocasıyla beraber yakılması
(hint) suttee
olmakla beraber/birlikte although: Parlak bir zekâsı olmamakla beraber para kaza
to make money. olan/olup biten all (the events) that took place. olup bitmek to happen, take place. olduğu gibi 1. as (one) is, as (it) is: İnsanları olduğu gibi kabul etmelisin. You should accept people as they are. 2. as it (they) happened: Her şeyi olduğu gibi anlatacağım. I will explain everything as it happened. 3. besides being ..., in addition to being ...; besides having ..., in addition to having ...: Hasta olduğu gibi, yoksul da. Besides being sick, he is poor. olduğu kadar 1. besides being ...; besides having ...: Oda küçük olduğu kadar, karanlık da. Besides being small, the room is dark. 2. as much as possible: Hepsini bitirmek zorunda değilsin, olduğu kadar yap. You don't have to finish it all; do what you can. Olan oldu. What's done is done. olup olacağı all: Bendeki paranın olup olacağı bu kadar. This is all the money I've got on me. Onun olup olacağı bir köy muhtarı. He'll never be anything more than the mayor of a village. Olup olacağımız toprak mı? Are we nothing more than dust? oldum bittim/oldum olası/oldum olasıya for as long as anyone can remember, from time immemorial, always. oldu olmadı It's been just about ...: Bu işe başlayalı on yıl oldu olmadı. It's been just about ten years since he began this job. olmak üzere 1. being: İşyerimizde, ikisi Fransız olmak üzere, yirmi eleman var. In our firm we have twenty personnel, two of whom are French. 2. to be on the point of being: Kahven olmak üzere. Your coffee's just about ready. olur olmaz 1. just any old, whatever, any ... that: Olur olmaz her kitabı okuma! Don't read any old book you happen to see! 2. at random, without thinking: Olur olmaz konuşma! Don't just talk whenever you feel like it
sandâlyesiyle beraber omuzlarda taşımak
chair smb. off
su seviyesi ile beraber
awash
yerle beraber leveled
to the ground, razed
yısa beraber!
1. Hoist together! 2. Heave together!
ölene dek beraber
united in death
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) Müsavi, eşit
(Osmanlı Dönemi) Refakat, birlik
(Osmanlı Dönemi) Bir hizada olan
(Osmanlı Dönemi) f. Birlikte bulunan
Aynı düzeyde: "Bina taş, merdiveni yok, toprakla beraber."- A. Rasim. -e rağmen, -e karşın: "Halılarla bezenmiş olmakla beraber gıcırtıdan ve esnemelerden kurtulamamıştı."- R. H. Karay
Birlikte, bir arada
Aynı düzeyde
Birlikte, bir arada: "Hayata beraber başladığımız / Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir."- C. S. Tarancı
bir
Beraber olmak
(Osmanlı Dönemi) İTTİSAK
can beraber
Çok sevgili
hep beraber
Birlikte
beraber
Favoriten