O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
- It's a living being, so of course it shits.
İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim.
- I spent a week in Berlin living with a German family.
Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
- Tom spent years living on the streets of Boston.
Londra'da yaşayan bir arkadaşım var.
- I have a friend living in London.
Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
- Tímea is a Hungarian living in Poland.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor.
- Tom doesn't know what Mary does for a living.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor.
- Tom started to feel like his life wasn't worth living.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.
- My grandmother never changed her style of living.
Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum.
- I'm living a secular lifestyle.