büyük!

listen to the pronunciation of büyük!
Türkisch - Englisch
large

Osaka is the second largest city of Japan. - Osaka, Japonya'nın ikinci en büyük şehridir.

The Sahara Desert is almost as large as Europe. - Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.

grand

It's been a long time since I visited my grandmother. - Büyükannemi ziyaret edeli uzun zaman oldu.

My grandfather died shortly after my birth. - Büyükbabam benim doğumumdan kısa bir süre sonra öldü.

major

The new law was a major reform. - Yeni yasa büyük bir reformdu.

What are the four major golf tournaments comparable to the ones in tennis? - Tenislerdekilerle karşılaştırılabilen dört büyük golf turnuvası hangileridir.

great

England and Scotland were unified on May 1, 1707, to form the Kingdom of Great Britain. - İngiltere ve İskoçya, 1 Mayıs 1707'de birleşti ve Büyük Britanya Krallığı'nı oluşturdu.

To our great surprise, he suddenly resigned. - Onun birden istifade etmiş olması, bizim için büyük sürpriz.

big

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

In Japan, there is no lake bigger than Lake Biwa. - Japonya'da, Biwa gölünden daha büyük bir göl yoktur.

long

My grandfather's life was long and happy. - Büyük babamın hayatı uzun ve mutluydu.

Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth. - Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı.

huge

The huge building seemed to touch the sky. - Büyük bina gökyüzüne dokunacak gibi görünüyordu.

She lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

wide

There is a wide gap in the opinions between the two students. - İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.

capital

You must begin a sentence with a capital letter. - Cümleye büyük harfle başlamalısın.

Write your name in capitals. - Adını büyük harflerle yaz.

{s} exalted
{s} mighty
high

A big title does not necessarily mean a high position. - Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.

We have given your order highest priority. - Siparişinize en büyük önceliği verdik.

{s} handsome

He was big and handsome. - O, büyük ve yakışıklıydı.

large scale

It is hoped that this new policy will create jobs on a large scale. - Bu yeni politikanın büyük ölçekli işler yaratacağı umuluyor.

He gave a party on a large scale. - O büyük ölçekte bir parti verdi.

{s} older

Care has made her look ten years older. - Bakım onun görünüşünü on yaş büyük yaptı.

He looks older than my brother. - O benim erkek kardeşimden daha büyük görünüyor.

expansive
voluminous
eldest

Suddenly the eldest daughter spoke up, saying, I want candy. - En büyük kız şeker istiyorum diyerek birdenbire konuştu.

Fatima is the eldest student in our class. - Fatma sınıfımızdaki en büyük öğrencidir.

bigger

In Japan, there is no lake bigger than Lake Biwa. - Japonya'da, Biwa gölünden daha büyük bir göl yoktur.

Tom is bigger than me. - Tom benden daha büyük.

ambitious

My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee. - Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.

ranch

Tom is the owner of the largest ranch in the area. - Tom, bölgedeki en büyük çiftliğin sahibidir.

Tom rode a horse last week when he was at his grandfather's ranch. - Tom büyükbabasının çiftliğindeyken geçen hafta ata bindi.

oldest

How old is your oldest son? - En büyük erkek evladın kaç yaşında?

My grandmother is the oldest in this town. - Büyükannem bu kasabada en yaşlıdır.

hamper
{i} senior
outsize
colossal
singular
stupendous
towering
signal

Tom's grandfather was a signal officer in the army. - Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.

gross

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

profound
(Tıp) hypertrophic
burning
(Bilgisayar) more

Sometimes, Grandma is more dangerous than the KGB. - Bazen büyükanneler, KGB'den daha tehlikelidir.

My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future. - Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.

sumptuous
widely
legend
sizable

Tom won a sizable amount of money. - Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.

edifice
substantial

The stability of Chinese economy is substantially overestimated. - Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.

tremendous

The earthquake created a tremendous sea wave. - Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.

Tom is taking a tremendous chance. - Tom çok büyük bir risk alıyor.

ample
considerable

The earthquake caused considerable damage. - Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.

Tom's experience attracted considerable attention. - Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.

bulky

This box is too bulky to carry. - Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.

These presents are really bulky. - Bu hediyeler gerçekten büyük.

redoubtable
{s} precious
massive

It's a massive undertaking. - Bu çok büyük bir girişim.

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 büyüklüğünde bir deprem Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye neden oldu.

dire

The castle was in dire need of major repairs. - Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.

prize

To our surprise, he won the grand prize. - Bizim için sürpriz oldu, o büyük ödülü kazandı.

A prize was given in honor of the great scientist. - Büyük bilimci onuruna bir ödül verildi.

no end of
untold
grown-up
sizeable

He won a sizeable amount of money. - O büyük miktarda para kazandı.

{s} rousing

The concert was a rousing success. - Konser büyük bir başarıydı.

large-scale

Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start. - Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.

the older
the biggest
a great
great of
the greatest

He is one of the greatest artists in Japan. - Japonya'daki en büyük sanatçılardan biridir.

I think Beethoven is the greatest composer who ever lived. - Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.

greater

A fool always finds a greater fool to admire him. - Bir aptal her zaman kendisine hayran olacak daha büyük bir aptal bulur.

Maternal love is greater than anything else. - Anne sevgisi her şeyden daha büyüktür.

the great

Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband. - Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.

I think Beethoven is the greatest composer who ever lived. - Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.

the largest
a big
(Tıp) magnus
important; grand, chief, major
healthy

My grandfather is very healthy. - Büyük babam çok sağlıklı.

Tom's grandmother looks healthy. - Tom'un büyükannesi sağlıklı görünüyor.

great, grand, exalted
extended
Türkisch - Türkisch
(Osmanlı Dönemi) REBUZ
muhteşem
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş: "Büyüklerin yanında sesim çıkmazdı."- S. F. Abasıyanık. Önemli: "Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti."- T. Buğra
Somut nesneler için boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı: "Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz."- Y. Z. Ortaç
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş
Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı
Çok, ortalamayı aşan
Üstün niteliği olan
Önemli
Niceliği çok olan
Soyut kavramlar için çok, ortalamayı aşan: "Büyük bir cevap sıkıntısı geçirdikten sonra itiraf etti."- P. Safa
Niceliği çok olan: "Benim büyük kalabalıklara karşı ürkekliğim vardır."- R. N. Güntekin. Üstün niteliği olan: "Molière büyük adammış, yeryüzüne gelmiş kişilerin en büyüklerinden biri."- N. Ataç
(Osmanlı Dönemi) azîme
(Osmanlı Dönemi) azıme