borçlu

listen to the pronunciation of borçlu
Türkçe - İngilizce
owing
indebted

I feel indebted to you for your help during my illness. - Hastalığım sırasında yaptığınız yardım için size borçlu hissediyorum.

George Soros wants Europe to be indebted to him and Jean-Claude Juncker assists him. - George Soros, Avrupa'nın kendisine borçlu olmasını istiyor ve Jean-Claude Juncker ona yardım ediyor.

debtor

And forgive us our debts, as we forgive our debtors. - Biz borçlularımızı affettiğimiz için siz bizim borçlarımızı affedin.

1. Someone in debt2. Someone in someone's debt3. Someone under an obligation
in hock
indebted, under obligation (to)
beholden

She will not be beholden to special interests. - O özel ilgilere borçlu olmayacak

They will not be beholden to special interests. - Onlar özel ilgilere borçlu olmayacak.

in the red

Our family budget is in the red. - Bizim aile bütçesi borçludur.

The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years. - Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz.

indebted; obliged, grateful; debtor
obligor
payer
obliged
(Ticaret) due

What I am today is due to my parents. - Bugünkü durumumu aileme borçluyum.

Her ability to amass a fortune is due to luck and hard work. - Biriktirdiği serveti şansına ve çok çalışmasına borçlu.

grateful

I am grateful for your hospitality, and the hospitality of the people of Egypt. - Siz ve Mısır halkına konukseverliğiniz için teşekkür borçluyum.

I am very grateful of you. - Sana çok teşekkür borçluyum.

borrower

Neither a borrower nor a lender be! - Ne borçlu ne de ödünç veren ol!

in debt

Tom is up to his neck in debt. - Tom gırtlağına kadar borçludur.

Tom is up to his ears in debt. - Tom kulaklarına kadar borçlu.

owed

He owed large amounts of money. - O, çok miktarda para borçluydu.

I forgot I owed you money. - Sana para borçlu olduğumu unuttum.

behind
hock
borç
debt

He applied the money to the payment of debts. - O, borçların ödenmesi için paraya başvurdu.

He is deeply in debt now. - O, şimdi don derece borçlu.

borç
loan

I think it's a bad idea to loan Tom money. - Sanırım Tom'a borç para vermek kötü bir fikir.

Tom should know better than to ask Mary for a loan. - Tom Mary'den borç istemeyecek kadar akıllı olmalı.

borçlu olmak
owe

I never want to owe money to anyone. - Kimseye para borçlu olmak istemiyorum.

borçlu olma
debt
borçlu olmak
1. Owe2. Be in debt3. Be in someone's debt4. Be under an obligation
borçlu bakiye
red
borçlu iken alacaklı durumuna geçme
subrogation
borçlu olmak
to be in sb's debt
borçlu olmak
be in debt
borçlu olmak
be under an obligation
borçlu olmak
be in smb.'s debt
borçlu çıkmak
to end up owing (someone) something
borçlu ülke
(Ticaret) debtor nation
borç
(Ticaret) dept
borç
(Ticaret) liabilities
borç
encumber
teşekkür borçlu
grateful

I am grateful for your hospitality, and the hospitality of the people of Egypt. - Siz ve Mısır halkına konukseverliğiniz için teşekkür borçluyum.

I am very grateful of you. - Sana çok teşekkür borçluyum.

borç
(Ticaret) creditor
borç
liability
borç
(Askeri) due out
borç
payables
borç
deb

He is deeply in debt now. - O, şimdi don derece borçlu.

Tom is up to his ears in debt. - Tom kulaklarına kadar borçlu.

borç
(Ticaret) due

Cross off the names of the people who have paid their dues. - Borçlarını ödemiş olan insanların isimlerini listeden silin.

He's gone bankrupt due to gambling debts. - O, kumar borçlarından dolayı iflas etti.

borç
(Kanun) credit
borç
debitum
borç
(Ticaret) amount

His debts amount to $2,000. - Onun borçları 2,000 dolara varmaktadır.

He owed large amounts of money. - O, çok miktarda para borçluydu.

borç
(Kanun) due balance
borçlu olmak
to be in debt
borçlu olmak
in debt
borçlular
(Ticaret) debtors

And forgive us our debts, as we forgive our debtors. - Biz borçlularımızı affettiğimiz için siz bizim borçlarımızı affedin.

borç
encumbrance
borçlu kişi
payer
borçlu olmak
be owing
Borç
obligational
adi borçlu
common debtor
alacaklıdan gece gizlice kaçan borçlu
fly by night
alacaklıdan kaçan borçlu
absconding debtor
asıl borçlu
principal debtor
birinci sınıf borçlu
(Ticaret) prime borrower
borç
arrears
borç
debit
borç
borsch, borscht
borç
(Hukuk) debt, loan, obligation
borç
obligation
borç
red

The future of our company is at stake. We have been heavily in the red for the last couple of years. - Şirketimizin geleceği tehlikede. Son birkaç yıldır aşırı derecede borçluyuz.

Our family budget is in the red. - Bizim aile bütçesi borçludur.

borç
arrear
borç
care
borç
debt, loan; obligation, duty
borç
accommodation
borçlu olmak
be in the red
borçlu olmak
to owe
gırtlağına kadar borçlu olmak
to be up to one's ears/eyes in debt, to be up to the hilt in debt
ipotek ettiren borçlu
mortgagor
kendini borçlu hissetmek
see oneself obliged to
müşterek borçlu
joint debtor
selam verip borçlu çıkmak
to throw out a proposal and then get saddled with the job of carrying it out; to open one's mouth and thus get landed with a job
teşekkür borçlu
appreciative
teşekkür borçlu
thankful
teşekkür borçlu
appreciatory
teşekkür borçlu
indebted
teşekkür borçlu olmak
appreciate
teşekkür borçlu olmak
be indebted to smb
uçan kuşa borçlu olmak
be up to one's ears in debt
Türkçe - Türkçe
Bir yüküm altında bulunan
Bir şeyi birinin yardımıyla elde etmiş olan: "Aslında, okumasını da ona borçludur."- T. Buğra
Borcu olan, borç almış olan, verecekli, medyun: "Merhumu borçlu yatırmak istemezmişiz elbet."- Y. Z. Ortaç
Bir yüküm altında bulunan: "Hayatımı ona borçluyum doğrusu."- A. Ş. Hisar
Borcu olan, borç almış olan, verecekli, medyun
Bir şeyi birinin yardımıyla elde etmiş olan
(Hukuk) DEBİTOR
(Osmanlı Dönemi) MEDÎN
(Osmanlı Dönemi) MÜSTE'RİB
(Hukuk) MEDYUN
(Osmanlı Dönemi) MAGREM
BORÇ
(Osmanlı Dönemi) Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para
Borç
borş
Borç
(Hukuk) DEYN
Borç
(Osmanlı Dönemi) ZİMMET
Borç
vam
borç
Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey
borç
Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe
borç
Pancar, lahana ve et veya krema konularak yapılan sebze çorbası, borş
borç
Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe: "Vatan borcu biter bitmez ordayım."- B. S. Erdoğan
borç
Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey: "Vaktim yok, bana para bul, şu borcu ödeyeyim, söz verdim."- P. Safa
borç
Rus mutfağına özgü bir tür sebze çorbası
borçlu