apaçık

listen to the pronunciation of apaçık
Türkçe - İngilizce
conspicuous
wide open; very clear, self-evident, explicit, palpable, incontrovertible
transparent
gross
beyond dispute
clearly; evidently
(Hukuk) explicitly
evidential
obviously

We're obviously short-handed. - Elemanımızın az olduğu apaçık.

We had to call in social services. This was obviously a case of child neglect. - Sosyal hizmetleri aramak zorunda kaldık. Bu apaçık bir çocuk ihmali olayıydı.

obvious

That's obvious, you don't need to explain it. - O apaçık, açıklamana gerek yok.

It's very obvious that he likes me. - Onun beni sevdiği apaçık.

self-evident
open, wide open
very clear
as plain as a pikestaff
manifest
evidentiary
clear, evident
openly
without dispute; evident
incontrovertible
{s} evident

It's evident that human behaviour is more dangerous for the environment than radiation. - Apaçık ortadadır ki, insan davranışları çevre için radyasyondan daha tehlikelidir.

That it does not prevent our dying is evident, because we all die. - Hepimiz öleceği için, bunun ölmemizi engellememesi apaçık.

straightforward
wide open

Tom's eyes are wide open. - Tom'un gözleri apaçık.

I found the door wide open. - Kapıyı apaçık buldum.

clearly

I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there? - Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?

hands down
goes without saying
notably
nose
blatant
downright
aboveboard
palpable
explicit
selfevident
evidently
{s} crying
without dispute
{s} glaring
self evident
apaçık çözüm
trivial solution
apaçık belli
clear as daylight
apaçık belli
as clear as day
apaçık belli
as clear as daylight
apaçık belli
clear as day
apaçık olmayan çözüm
(Matematik) nontrivial solution
kesin ve apaçık
(Hukuk) specific
suçun apaçık ortada olması
flagrancy
Türkçe - Türkçe
Çok açık, çok belirgin
Çok açık, çok belirgin: "Apaçık bir yalanla kızı yanından uzaklaştırıyordu."- H. R. Gürpınar
apaçık