Please tell me where you will live.
- Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II.
- Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.
I have an uncle who lives in Kyoto.
- Kyoto'da yaşayan bir amcam var.
No living thing could live without air.
- Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
Tom bought a bunch of inexpensive cameras to give to children who lived in his neighborhood.
- Tom onun mahallesinde yaşayan çocuklara vermek için bir sürü ucuz kameralar aldı.
Tom told me he didn't know anyone who lived on Park Street.
- Tom bana Park caddesinde yaşayan hiç kimseyi tanımadığını söyledi.
I love living with you.
- Sizinle yaşamayı seviyorum.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
I have a friend living in London.
- Londra'da yaşayan bir arkadaşım var.
The number of the living was smaller than that of the dead.
- Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı.
The new road will benefit the people living in the hills.
- Yeni yolun tepede yaşayan insanlara faydası olacaktır.
Tom has many friends living in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşayan bir sürü arkadaşları var.
Long live the Soviet Union!
- Çok yaşa Sovyetler Birliği!
Long live the brotherhood of all peoples.
- Yaşasın tüm halkların kardeşliği.
Hurray! I have found it!
- Yaşasın! Ben onu buldum!
Do you know where Miss Hudson lives?
- Bayan Hudson'un nerede yaşadığını biliyor musunuz?
They don't know what difficulties Tom went through in his youth.
- Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.
Animals inhabit the forest.
- Hayvanlar ormanda yaşar.
Indians inhabited this district.
- Yerliler bu bölgede yaşadılar.
The German newspaper Die Welt has called Canada's Prime Minister, Justin Trudeau, the sexiest politician alive.
- Alman Die Welt gazetesi, Kanada Başbakanı Justin Trudeau'yu yaşayan en seksi politikacı olarak nitelendirdi.
Carl is the tallest man alive.
- Yaşayan en uzun adam Carl'dır.