uzattırmamak teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- cut short
- Make shorter by cutting
- interrupt and curtail before the planned end time
The party was cut short because everything was getting broken.
- interrupt before its natural or planned end; "We had to cut short our vacation"
- make shorter as if by cutting off; "truncate a word"; "Erosion has truncated the ridges of the mountains"
- interrupt, stop early, make shorter
- terminate or abbreviate before its intended or proper end or its full extent; "My speech was cut short"; "Personal freedom is curtailed in many countries"
- cause to end earlier than intended; "The spontaneous applause cut the singer short
- cause to end earlier than intended; "The spontaneous applause cut the singer short"
- uzat
- (Bilgisayar) stretch
Tom stretched out his legs.
- Tom bacaklarını uzattı.
Tom stretched his legs.
- Tom bacaklarını uzattı.
- uzat
- {f} handed
Tom got two beers out of the refrigerator and handed one to Mary.
- Tom buzdolabından iki bira çıkardı ve birini Mary'ye uzattı.
I handed the examination papers in to the teacher.
- Sınav kâğıtlarını öğretmene uzattım.
- uzat
- drag out
- uzat
- {f} lengthened
The sleeves of this coat have to be lengthened.
- Bu paltonun kollarının uzatılması gerek.
- uzat
- {f} lengthening
- uzat
- {f} extended
The mother extended her hand to her baby, smiling brightly.
- Işıl ışıl gülümseyen anne, bebeğine elini uzattı.
Tom extended his stay by three days.
- Tom kalışını üç gün uzattı.
- uzat
- {f} hand
I handed the examination papers in to the teacher.
- Sınav kâğıtlarını öğretmene uzattım.
The mother extended her hand to her baby, smiling brightly.
- Işıl ışıl gülümseyen anne, bebeğine elini uzattı.
- uzat
- extend
He extended his right arm.
- O, sağ kolunu uzattı.
The mother extended her hand to her baby, smiling brightly.
- Işıl ışıl gülümseyen anne, bebeğine elini uzattı.
- uzat
- elongate
- uzat
- prolong
Gooseberries can prolong your life.
- Bektaşi üzümü ömrünü uzatabilir.
If we don’t make it, we shall need to prolong the time frame.
- Eğer onu yapmazsak, zaman aralığını uzatmamız gerekecek.
- uzat
- lengthen
The sleeves of this coat have to be lengthened.
- Bu paltonun kollarının uzatılması gerek.
The coat is a bit too short. Can you lengthen it?
- Ceket biraz fazla kısa. Onu uzatabilir misin?
- uzat
- {f} extending
Tom wanted to check the applicant's character reference before extending an offer.
- Tom teklifi uzatmadan önce başvuranın karakter referansını kontrol etmek istedi.
Alchemists believed that the philosopher's stone was capable of extending a person's life.
- Simyagerler felsefe taşının kişinin hayatını uzatabileceğine inanıyordu.
- uzat
- {f} prolonged
This huge war has been prolonged.
- Bu büyük savaşın süresi uzatılmıştır.
- uzat
- elongated
- uzat
- (Biyoloji) protract
- uzat
- crane
- uzat
- dragout
