suç teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- crime 
The crime rate is decreasing in Canada.
 - Kanada'da suç oranı düşüyor.
Slavery is a crime against humanity.
 - Angarya, insanlık dışı bir suçtur.
 - offense 
He was unaware of the enormity of the offense.
 - Suçun iğrençliğinden habersizdi.
Due to his littering offense, he was forced to 10 hours community service.
 - Onun çöp suçu nedeniyle, o 10 saat toplum hizmeti yapmak zorunda kaldı.
 - wrongdoing 
Was he, in fact, guilty of wrongdoing?
 - Aslında o haksızlıktan dolayı suçlu muydu?
 - trendy 
 - delictum 
 - erime 
 - Job 
He was charged to continue this job.
 - O bu işe devam etmekle suçlandı.
It was an inside job.
 - İçeriden birinin yardımıyla işlenmiş bir suçtu.
 - error 
To err is human. To blame somebody else for your errors is even more human.
 - Hatasız kul olmaz. hataların için başka birini suçlamak daha insanidir.
Don't blame him for the error.
 - Hata için onu suçlamayın.
 - blame 
She consented to take the blame.
 - Suçu üstlenmeye razı oldu.
She blamed him for all her problems.
 - O bütün problemleri için onu suçladı.
 - fault 
Everybody's fault is nobody's fault.
 - Herkesin suçu kimsenin hatası değildir.
I don't blame you for the accident; it was not your fault.
 - Kaza için seni suçlamıyorum, senin hatan değildi.
 - misdemeanour [Brit.] 
 - sin 
You're guilty as sin.
 - Yüzüne bakılmayacak kadar suçlusun.
Do not mistake sin with crime.
 - Günahı suçla karıştırmayın.
 - offense, blameworthy act 
 - guilt 
He is guilty of murder.
 - O cinayetten suçludur.
I'm afraid he will never admit his guilt.
 - Korkarım o suçunu asla itiraf etmeyecek.
 - transgression 
 - crime, offence, offense, fault, guilt; criminal 
 - delict 
 - offence [Brit.] 
 - irregularity 
 - culpability 
 - criminality 
 - misdeed 
 - wrong 
They blamed themselves for being wrong.
 - Hata olduğu için kendilerini suçladılar.
Tom and Mary blamed themselves for everything that went wrong.
 - Tom ve Mary yanlış giden her şey için kendilerini suçladılar.
 -  (Hukuk) crime, offence
 - delinquency 
The increase in juvenile delinquency is a serious problem.
 - Çocuk suçluluğundaki artış ciddi bir sorundur.
 - misdemeanor 
 - caper 
 - felony 
Throwing eggs is a felony if the damage done by the eggs exceeds 400$.
 - Yumurta atmak yumurtalar tarafından yapılan hasar 400 doları aşarsa bir suçtur.
Have you ever been convicted of a felony?
 - Sen hiç bir suçtan mahkum edildin mi?
 - rap 
Her father was accused of statutory rape.
 - Onun babası ırza tecavüzle suçlandı.
Rape is a horrible crime.
 - Tecavüz korkunç bir suçtur.
 - offence 
Sami committed an offence.
 - Sami bir suç işlemişti.
Such an offence is punished by a fine and/or imprisonment.
 - Böyle bir suç ceza ve / veya hapis ile cezalandırılır.
 - infraction 
 - committing crime 
 - the offense 
 - an offense 
 - criminal offense 
 - criminalizing 
 - absolve 
 - absolution 
 -  {i} misdemeanour
 - malfeasance 
 - suç ortağı
 - Accomplice 
 - suç işlemek
 - commit an offense 
 - suç ortağı
 - confederate 
 - suç işleyen
 - perpetrator 
 - suç işlemek
 - commit 
He had to commit crime because he was starving.
 - O açlıktan öldüğü için suç işlemek zorunda kaldı.
 - suç işlemek
 - to commit an offense or crime 
 - suç kayıt işlemi
 -  (Askeri) booking
 - suç oluşturan
 - criminal 
 - suç analizi
 - crime analysis 
 - suç batağı
 - tough 
 - suç dalgası
 - crime wave 
 - suç duyurusu
 -  (Kanun) denunciation
 - suç duyurusu
 -  (Kanun) criminal complaint
 - suç duyurusu
 -  (Kanun) official complaint
 - suç isnat etmek
 -  (Kanun) charge with
 - suç işleme
 - perpetration 
 - suç işleme
 - delinquency 
 - suç işlemek
 - perpetrate 
 - suç işlemek
 - commit an illegal act 
 - suç işlemek
 - break the law 
 - suç işleyen
 -  (Kanun) offender
 - suç kurbanları
 - victims of crimes 
 - suç mahali
 - crime scene 
 - suç mahalli
 - crime scene 
 - suç ortakları
 - accomplices 
 - suç ortakları
 -  (Kanun) abettors
 - suç ortaklığı
 -  (Hukuk) complicity
 - suç ortaklığı
 -  (Kanun) abet
 - suç ortağı
 - complicity 
 - suç ortağı
 -  (Kanun) abetter
 - suç ortağı
 -  (Kanun) complice
 - suç ortağı
 - bottle-holder 
 - suç ortağı olmak
 -  (Askeri,Kanun) aid and abet
 - suç unsuru
 - crime factor 
 - suç unsuru
 - crime element 
 - suç ve ceza
 -  (Edebiyat) crime and punishment
 - suç yeri
 - crime scene 
 - suç yüklemek
 -  (Politika, Siyaset) charge offense
 - suç yüklemek
 -  (Konuşma Dili) throw the book at
 - suç atmak
 - Impute 
 - suç duyurusu
 - Criminal report 
 - suç işle
 - crime 
 - suç oranı
 - Crime rate 
 - suç ortağı
 - cohort 
 - suç sayılmak
 - be considered a crime 
 - suç yüklemek
 - inculpate 
 - Suç Tahkikatı Tümen Komutanlığı
 -  (Askeri) Criminal Investigation Division Command
 - suç (latince)
 - crimen 
 - suç aleti
 -  (Hukuk) criminal means
 - suç aleti
 -  (Kanun) offensive weapon
 - suç aleti (cinayet)
 - murder weapon 
 - suç anında başka yerde olduğu iddiası
 - alibi 
 - suç anında başka yerde olduğunu kanıtlamak
 - establish one's alibi 
 - suç araçlarının izlenmesi
 -  (Hukuk) tracing of the instruments of crime
 - suç atan
 - traducer 
 - suç atmak
 - to throw or put the blame on 
 - suç ağı
 -  (Hukuk) criminal network
 - suç delili
 - criminal evidence 
 - suç faaliyeti
 - crime activity 
 - suç faaliyeti
 - criminal activity 
 - suç gelirlerinin tespiti
 -  (Hukuk) tracing of proceeds
 - suç geçmişi
 - criminal past 
 - suç ikrarı
 - plea bargaining 
 - suç isnad etmek
 -  (Kanun) incriminate
 - suç itirafı
 -  (Kanun) acknowledge faults
 - suç işleme
 - committal 
 - suç işleme
 - commitment 
 - suç işlemek
 - offend 
 - suç işlemek
 - trespass 
 - suç işlemek
 - to commit a crime, to offend 
 - suç işlemek
 - fall from grace 
 - suç işlemek
 - sin 
 - suç işlemesine neden olmak
 - criminalize 
 - suç kaydı
 -  (Kanun) criminal record
 - suç laboratuarı
 - crime laboratory 
 - suç mahallinden başka yerde
 - alibi 
 - suç olarak sayma
 - criminalization 
 - suç olarak sayma
 - criminalisation 
 - suç olgusu
 - crime phenomenon 
 - suç olmak
 - to be deemed an offense or crime 
 - suç oluşturan eylem
 -  (Hukuk) criminal conduct
 - suç ortaklarını ele veren
 - squealer 
 - suç ortaklığı
 - connivance 
 - suç ortaklığı
 - abetment 
 - suç ortaklığı eden
 - accessory 
 - suç ortaklığı yapmak
 - abet 
 - suç ortaklığı yapmak
 - aid and abet 
 - suç ortağı
 - stiff 
 - suç ortağı
 - bottle holder 
 - suç ortağı
 - joint offender 
 - suç ortağı
 - abettor 
 - suç ortağı
 - accessory before the fact 
 - suç ortağı
 - accessary 
 - suç ortağı
 - accessory 
Having sold him the murder weapon makes you an accessory to uxoricide.
 - Ona cinayet silahını satman onun karısın öldürmek için seni suç ortağı yapar.
He was arrested as an accessory to the robbery.
 - Soygunun suç ortağı olarak tutuklandı.
 - suç ortağı
 - accomplice, accessory 
 - suç ortağı gibi gösterme
 - look of complicity 
 - suç ortağı olan
 - accessary 
 - suç ortağı olmak
 - connive 
 - suç sayılmak
 - be counted as an offense 
 - suç sosyolojisi
 - criminal sociology 
 - suç tasnii
 -  (Kanun) false accusation
 - suç tasnii cürmü
 -  (Kanun) felony of false accusation
 - suç tespiti için kalıp alma
 - moulage 
 - suç unsurları
 - criminal provisions 
 - suç vasıtası
 -  (Kanun) accessory to a criminal act
 - suç ve basın
 -  (Kanun) crime and the press
 - suç ve suçlular
 -  (Kanun) crime and criminals
 - suç yüklemek
 - to lay the blame on 
 - suç önleme
 - crime prevention 
 - suç örgütleri
 -  (Hukuk) criminal organisations
 - suç örgütü
 -  (Kanun) criminal enterprise
 - suç örgütü
 - crime syndicate 
 - suç öğeleri
 - criminal elements 
 - suç üzerine film
 - noir 
 - (suç) yüklemek
 - impute 
 - ağır suç
 - felony 
 - ağır suç
 -  (Hukuk) serious offence
 - adi suç
 - ordinary crime 
 - affetmek (suç vb'ni)
 - remit 
 - cezai suç
 - criminal act 
 - küçük suç
 -  (Kanun) petty offence
 - nitelikli suç
 -  (Kanun) major crime
 - organize suç
 -  (Kanun) organized crime
 - siber suç
 -  (Pisikoloji, Ruhbilim) cybercrime
 - yüklemek (suç)
 - lay 
 - örgütlü suç
 - organized crime 
 - özendirmek suç
 - abet 
 - suç işle
 - commit an offence 
 - suç işle
 - commit a crime 
If you commit a crime, you must be punished.
 - Suç işlersen cezalandırılmalısın.
Fadil asked Dania to commit a crime.
 - Fadil, Dania'dan bir suç işlemesini istedi.
 - suç işle
 - perpetrate 
 - suç işlemek
 - commit an offence 
 - suç işleyen
 - delinquent 
 - Suç işlemek
 - commit a crime 
 - ayrı suç işleme kastı
 - separate criminal intent 
 - itiraf edilmiş bir suç yarı ıslah edilmiş demektir
 -  (Atasözü) A fault confessed is half-redressed
 - suç işleme
 - committing a crime 
 - suç işlemek
 - commit crimes 
 - taksirli suç
 - involuntary crime 
 - (federal suç bürosu)
 -  (Askeri) Bundeskriminalamt (federal criminal office)
 - Birleştirilmiş Zabıt (Suç Kayıt) Sistemi; Birleştirilmiş Radyo Yayın Sistemi
 -  (Askeri) Integrated Booking System; Integrated Broadcast System
 - Savunma Bakanlığı Suç tahkikat Servisi
 -  (Askeri) Defense Criminal Investigative Services
 - Uluslar arası Suç Soruşturma Eğitim Yardım Programı (DOJ)
 -  (Askeri) International Crime Investigative Training Assistance Program (DOJ)
 - adi suç
 - ordinary crime (without political overtones) 
 - affedilebilir suç
 - venial sin 
 - alkolizm ve suç
 - alcoholism and crime 
 - askeri suç
 - military offense 
 - ağır suç
 -  (Kanun) gross misconduct
 - ağır suç türünden
 - flagitious 
 - basit suç
 -  (Hukuk) summary offence
 - bilerek suç işleme
 -  (Kanun) scienter
 - bir suç isnat etmek
 -  (Hukuk) to charge
 - büyük suç
 - major offense 
 - cezayı gerektiren suç
 - criminal offense 
 - cezayı gerektiren suç
 -  (Hukuk) punishable offence
 - cinsel suç
 -  (Kanun) sex crime
 - hafif suç
 - lesser offense 
 - hafif suç
 - peccadillo 
 - hafif suç
 - summary offence 
 - hafif suç
 - minor offense 
 - hafif suç
 - misdemeanour 
 - hakim aleyhine suç
 -  (Kanun) felony against judge
 - hususi suç
 -  (Latin) delictum privatum
 - iadeye elverişli suç
 -  (Hukuk) extraditable offence
 - idamlık suç
 - a hanging matter 
 - idamlık suç
 -  (Kanun) capital offense
 - isnad edilen suç
 -  (Kanun) offense being charged
 - itham edilen suç
 -  (Kanun) alleged offence
 - itiyadi suç
 -  (Kanun) habitual crime
 - işlenmiş (suç)
 - perpetrated 
 - kanunen suç
 -  (Pisikoloji, Ruhbilim) mala prohibitum
 - kasıtlı suç
 -  (Kanun) intentional crime
 - kumar oynama ve suç
 - gambling and crime 
 - kurbansız suç
 -  (Kanun,Pisikoloji, Ruhbilim) victimless crime
 - kusursuz suç
 - perfect crime 
 - küçük suç
 - peccadillo 
 - küçük suç
 - petty crime 
 - küçük suç
 - petty offense 
 - majesteye karşı işlenen suç
 - lese majesty 
 - mesleki suç
 -  (Ticaret) occupational crime
 - meşhut suç
 - flagrans crimen