Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
 - Tom spent the whole day reading in bed.
Bütün pastayı yiyecek mi?
 - Will he eat the whole cake?
Bu pencere tüm şehre bakıyor.
 - This window overlooks the whole city.
Tüm Dünya Zirve toplantısını izliyor.
 - The whole world is watching the summit conference.
O, bir şişe sütü tamamen içti.
 - He drank a whole bottle of milk.
Tamamen yeni bir dünya.
 - It's a whole new world.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
 - The whole is greater than the sum of the parts.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
 - She prepares wholesome meals for her family.
Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.
 - All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
 - When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
 - Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.