In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
- Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
Tom gave his seat to an elderly lady.
- Tom yaşlı bir bayana koltuğunu verdi.
The organization is concerned with the welfare of the aged.
- Organizasyon yaşlıların refahı ile ilgilidir.
Layla and Sami aged up and wrinkled up.
- Leyla ve Sami yaşlı ve kırışmıştılar.
Yumi Ishiyama is the oldest member of Team Lyoko.
- Yumi Ishiyama, Lyoko takımının en yaşlı üyesidir.
Mom is older than Dad.
- Annem babamdan daha yaşlı.
She gave her seat to a senior citizen.
- Yaşlı birine yerini verdi.
You must respect senior citizens.
- Yaşlı vatandaşlara saygı göstermelisin.
She gave her seat to a senior citizen.
- Yaşlı birine yerini verdi.
You must respect senior citizens.
- Yaşlı vatandaşlara saygı göstermelisin.
The old man caught a big fish.
- Yaşlı adam büyük bir balık yakaladı.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
This letter is to the old woman.
- Bu mektup yaşlı bayanadır.
She walked with her head down like an old woman.
- O, yaşlı bir kadın gibi başını eğip yürüdü.
I respect the elderly.
- Yaşlılara saygı duyarım.
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
Old-timers might argue the Internet was freest during the Usenet days.
- Yaşlılar, Usenet günlerinde internetin daha özgür olduğunu iddia edebilirler.
At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand.
- Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.
His niece is attractive and mature for her age.
- Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
This grass is too wet to sit on.
- Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.
She looks young, but she's actually older than you are.
- O genç görünüyor, ama o aslında senden daha yaşlıdır.
Mom is older than Dad.
- Annem babamdan daha yaşlı.
I learned to play guitar when I was ten years old.
- On yaşındayken gitar çalmayı öğrendim.
My father will soon be forty years old.
- Babam yakında kırk yaşında olacak.
Such fishes as carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
Fish such as carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language.
- Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.
John lives in New York.
- John New York'ta yaşar.
She is five years younger than me.
- O, benden beş yaş küçük.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
The eldest of the three boys is Tom.
- Üç çocuktan en yaşlısı Tom'dur.
He is the eldest in his class.
- O sınıfında en yaşlıdır.
This song is so moving that it brings tears to my eyes.
- Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
She called out to him, with tears running down her cheeks.
- Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.
The best time of life is when we are young.
- Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.
The best time of life is when you are young.
- Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.
My parents taught me to respect my elders.
- Annem ve babam bana yaşlılara saygı göstermeyi öğretti.
You must be polite to your elders.
- Yaşlılarınıza karşı kibar olmalısınız.