küçükçe

listen to the pronunciation of küçükçe
Türkçe - İngilizce
smallish
minimal
küçük
little

I've brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

My little brother is watching television. - Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.

küçük
(Hukuk) small

Holland is a small country. - Hollanda küçük bir ülkedir.

He lived in a small town nearby. - Yakınlardaki küçük bir kasabada yaşıyordu.

küçük
slight

I get depressed by the slightest things. - En küçük şeylerden depresyona girerim.

I don't have the slightest idea. - En küçük bir fikrim yok.

küçük
kid

Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil. - Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.

When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike. - Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.

küçük
mini

My DVD collection is absolutely miniscule. - Benim DVD koleksiyonum kesinlikle küçük.

küçük
{s} trivial
küçük
{i} child

A young child has a small vocabulary. - Genç bir çocuğun küçük bir kelime haznesi vardır.

Small children are afraid of being left alone in the dark. - Küçük çocuklar karanlıkta yalnız bırakılmaktan korkuyorlar.

küçük
baby

An old man entered the old church with his elder son, his younger daughter and her little baby. - Yaşlı bir adam, büyük oğlu, küçük kızı ve küçük bebeği ile eski kiliseye girdi.

The little baby was born yesterday. - Küçük bebek dün doğdu.

küçük
young

Lucy's mother told her to take care of her younger sister. - Lucy'nin annesi, ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

küçük
peanut

The boy gathered a handful of peanuts and put them in a small box. - Oğlan bir avuç yer fıstığı topladı ve onları küçük bir kutuya koydu.

küçük
(Matematik) immeasurably small
küçük
tiny

She got me a tiny toy. - O, bana küçük bir oyuncak aldı.

There's just one tiny problem. - Sadece küçük bir sorun var.

küçük
undersize
küçük
menial
küçük
(Tıp) minimus
küçük
boxy
küçük
(Tıp) mini-
küçük
piccolo
küçük
wee

My youngest sister has piano lessons twice weekly. - Küçük kız kardeşimin haftada iki kez piyano dersleri var.

My dear little cat disappeared a week ago. - Sevgili küçük kedim bir hafta önce kayboldu.

küçük
dinkey
küçük
lil (little)
küçük
weenie
küçük
small-time
küçük
frugal
küçük
piffling
küçük
weensy
küçük
exiguous
küçük
incidental
küçük
insignificant
küçük
minor

I was given a minor share of my father's wealth. - Bana babamın servetinden küçük bir pay verildi.

It's only a minor setback. - Bu sadece küçük bir başarısızlık.

küçük
skimpy
küçük
petty

In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air. - Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.

I was involved in a petty argument. - Ben küçük bir tartışmaya karıştım.

küçük
scrubby
küçük
piddling
küçük
junior

She is five years junior to me. - O benden beş yıl daha küçük.

He is haughty to his juniors. - Yaşça kendinden küçük olanlara tepeden bakar.

küçük
dinky
küçük
petit
küçük
puisne
küçük
compact

I'd like to rent a compact car. - Küçük bir araba kiralamak istiyorum.

I want a compact car with an air conditioner. - Ben klimalı küçük bir araba istiyorum.

küçük
diminutive
küçük
small for
küçük
thumbnails
küçük
smaller

The earth is smaller than the sun. - Dünya güneşten daha küçüktür.

Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen. - Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.

Küçük
(Tıp) parvus
küçük
miniature, small-scale
küçük
paltry
küçük
infra
küçük
petty, minor, low-ranking
küçük
younger

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

My younger brother is watching TV. - Küçük erkek kardeşim TV izliyor.

küçük
minuscule
küçük
nano

An ångström is smaller than a nanometer. - Bir angstrom, nanometreden daha küçüktür.

küçük
undersized
küçük
not healthy
küçük
petty, small, small-minded
küçük
little; small; young, little; petty, insignificant, piddling; child, kid
küçük
little, small
küçük
remote

The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia. - Manzara Batı Virginia'nın uzak bir kesimindeki küçük bir dağ köyüydü.

küçük
infant

The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants. - Arkeologlar yüzün üzerinde mezar keşfetti, onlardan birkaçı küçük çocuklara aitti.

Mary has three infants. - Mary'nin üç tane küçük çocuğu var.

küçük
bantam
küçük
petite, dainty. K
küçük
micro
küçük
trifling
küçük
fiddling
küçük
niggardly
küçük
poky
küçük
inconsiderable
küçük
snug
küçük
one-horse

Tom grew up in a one-horse town. - Tom küçük ve sakin bir kasabada büyüdü.

Tom grew up in a one-horse town and was overwhelmed when he moved to the big smoke. - Küçük ve köhne bir kasabada yetişen Tom, büyük şehre yerleştiğinde sudan çıkmış balığa dönmüştü.

küçük
petite
küçük
tiddly
küçük
young, little
küçük
jerkwater
küçük
cairn terrier
küçük
atomlike
küçük
toy

The boy has taken the toy away from his little sister. - Çocuk, oyuncağı küçük kız kardeşinden aldı.

Her toy was broken by her little sister. - Onun oyuncağı onun küçük kızkardeşi tarafından kırıldı.

küçük
fine

I'm fine. It's just a little cut. - Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.

küçük
picayune
küçük
one horse
küçük
midget
küçük
isle
küçük
piddle
küçük
dinky,dinkey
küçük
elfin
Türkçe - Türkçe
Biraz küçük
Küçük
fıcık
Küçük
(Hukuk) MİNOR
Küçük
MiNi
küçük
Çocuk
küçük
Niceliği az olan
küçük
Yaş, makam, rütbe, derece bakımından daha aşağı olan kimse
küçük
Değersiz, önemsiz
küçük
Daha az yaşlı
küçük
Boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı
küçük
Büyümesini, gelişmesini henüz tamamlamış olan
küçük
Kısık, parlak olmayan
küçük
Küçük abdest
küçük
Niteliği aşağı olan, bayağı
küçük
Kısık, parlak olmayan(ses): "Küçük, tatlı bir sesle kovboy şarkıları söyledi."- R. H. Karay
küçük
Niceliği az olan: "Kimseden en küçük bir alaka görmüyordum."- S. F. Abasıyanık
küçük
Yaş, makam, rütbe, derece bakımından daha aşağı olan kimse: "Küçüğü tümen kumandanı idi."- F. R. Atay
küçük
Boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı: "Bir aralık başımın üstünde kartaldan küçük, atmacadan büyük yırtıcı kuşlardan birinin döndüğünü gördüm."- M. Ş. Esendal
küçük
Büyümesini, gelişmesini henüz tamamlamış olan: "Düşüncesi bu noktaya gelince birdenbire Azize'nin küçük kızını hatırladı."- H. E. Adıvar. Çocuklara yapılan bir seslenme sözü
küçük
Geri aşamada
küçük
Değersiz, önemsiz: "Bu iyi temiz, sıhhatli, küçük insanların uykusu bambaşka bir şey."- S. F. Abasıyanık
küçük
Daha az yaşlı: "Ortanca ve küçük ablalar ... beni, arabanın beklediği sokağa indirdiler."- R. N. Güntekin
küçükçe