Tom aceleyle odayı terk etti.
- Tom left the room hurriedly.
Kompozisyon aceleyle yazılmış, bu nedenle o muhtemelen hatalarla doludur.
- The composition has been written hurriedly, so it's probably full of errors.
O bunu telaşla yazdı.
- He wrote it hurriedly.
Eve gitmek için acelesi vardı.
- She was in a hurry to go home.
Acele et, yoksa son treni kaçıracaksın.
- Hurry up, or you will be late for the last train.
Acele etmek için herhangi bir büyük neden var gibi görünmüyor.
- It doesn't look like there's any big reason to hurry.
Üzgünüm, ama acele etmek zorundayım. Bunu detaylı açıklamak için vaktim yok.
- Sorry, but I have to hurry. I have no time to explain this in detail.
John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
- John was in such a hurry that he had no time for talking.
Tom'un, eve dönmek için özel bir telaşı yoktu.
- Tom was in no particular hurry to get back home.
Çabuk! Biz geç kalacağız.
- Hurry up! We'll be late.
Çabuk ol, yoksa uçak sensiz gidecek.
- Hurry, or the plane will leave you behind.
All the way into the city, I put up with Nancy Bobofit, the freckly, redheaded kleptomaniac
girl, hitting my best friend Grover in the back of the head with chunks of peanut butter-andketchup
sandwich.
Acele et, yoksa treni kaçıracaksın.
- Hurry, or you'll miss the train.
Acele et, yoksa treni kaçıracaksın.
- Hurry up, or you'll miss the train.
İşi hızlandırmak zorunda kaldım.
- I had to hurry the work.
İşi hızlandırmak zorunda kaldım.
- I had to hurry the work.
If you don't hurry you wont finish on time.