yoğun

listen to the pronunciation of yoğun
Turkish - English
intense

Tom became fairly fluent in French after about three years of intense study. - Yaklaşık üç yıl süren yoğun çalışmadan sonra Tom Fransızcada çok akıcı oldu.

Art is the most intense mode of individualism that the world has known. - Sanat dünyanın bildiği bireyciliğin en yoğun biçimidir.

intensive

Tom is still in intensive care. - Tom hâlâ yoğun bakımda.

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

dense

He has a very dense beard. - Onun çok yoğun bir sakalı var.

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

thick

The flight was cancelled because of the thick fog. - Yoğun sis nedeniyle uçuş iptal edildi.

Before long, the ghost disappeared into a thick fog. - Çok geçmeden önce, hayalet yoğun siste kayboldu.

rush hour

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

I was caught in the rush hour. - Trafiğin en yoğun olduğu zamanda yakalandım.

concentrated

She concentrated on one thing. - O bir şey üzerinde yoğunlaştı.

Tom concentrated on his work. - Tom işine yoğunlaştı.

dense, thick; concentrated; intense, intensive, crash
compact
busy

I'm very busy this week. - Ben bu hafta çok yoğunum.

Tom has had a busy week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

hectic

Tom had a hectic week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

We have a hectic week ahead of us. - Önümüzde yoğun bir hafta var.

pea soupy
dense; thick
concentrated, intense, intensive
gross
rich
turbid
stiff
crashing
extensive

Extensive rainfall is expected throughout the region. - Bölgede yoğun sağanak bekleniyor.

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

crash

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

heavy

He took a detour to avoid the heavy traffic. - Yoğun trafikten kaçınmak için tali yoldan gitti.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

intensively

I've started exercising more intensively for a shorter amount of time. - Ben kısa bir süre için daha yoğun egzersiz yapmaya başladım.

The cat looked intensively at him with her big, round, blue eyes. - Kedi büyük, yuvarlak, mavi gözleriyle yoğun olarak ona baktı.

mass
profound
(Tıp) condense

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

condensed

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

packing
condensate
deep

We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow. - Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.

hard

Because of the thick fog, the street was hard to see. - Yoğun sis nedeniyle, sokağı görmek zordu.

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

rushhour
keen
yoğun biçimde
intensely
yoğun çalışma
priming
yoğun bakım ünitesi
(Tıp, İlaç) Intensive Care Unit
yoğun istek üzerine
On great request, upon great demand
yoğun madde fiziği
Condensed matter physics
yoğun olmak
be busy
yoğun olmak
swamped
yoğun olmayan
non-intensive
yoğun bakım
intensive care

Tom spent weeks in intensive care. - Tom yoğun bakımda haftalar geçirdi.

The hospital restricts the number of visitors who can enter the intensive care unit. - Hastane yoğun bakım ünitesine girebilen ziyaretçi sayısını kısıtlıyor.

yoğun bakım ünitesi; enterfaz kontrol ünitesi
(Askeri) intensive care unit; interface control unit
yoğun beton
heavy concrete
yoğun duman
smother
yoğun faaliyet
hustle and bustle
yoğun kar yağışlı
thick with snow
yoğun kurs
crash
yoğun kurs
intensive course
yoğun kurs
crash course
yoğun küme
dense set
yoğun madde
concentrate
yoğun nüfuslu
populous

India is poised to surpass China and become the world's most populous country. - Hindistan Çin'i geçip dünyanın en yoğun nüfuslu ülkesi olmaya hazır.

The U.S. gun homicide rate is 15 times higher than other populous, high income countries. - ABD silahlı cinayet oranı diğer yoğun nüfuslu, yüksek gelirli ülkelere göre 15 kat daha yüksektir.

yoğun nüfuslu
densely populated
yoğun nüfuslu
thickly populated
yoğun olmak
have a hectic time
yoğun otlatma
intensive grazing
yoğun program
crash course
yoğun saat
rush hour

During the rush hours in Tokyo, traffic is heavy. - Tokyo'daki yoğun saatlerde trafik ağırdır.

It's almost rush hour. - Neredeyse yoğun saatler.

yoğun sis
Scotch mist
yoğun sis
turbid fog
yoğun sis
pea soup [(Konuşma Dili)]
yoğun sis
drizzling
yoğun sis
misty thickness
yoğun sis
pea souper [(Konuşma Dili)]
yoğun sis
soup [(Konuşma Dili)]
yoğun sis tabakası
fog bank
yoğun tarım
intensive cultivation
yoğun top ateşine tutma
saturation bombing
yoğun trafik
heavy traffic
yoğun yağış
heavy rain

The dam burst owing to the heavy rain. - Yoğun yağış sebebiyle baraj taştı.

I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop. - Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.

yoğun ücretli
wage intensive
sınav öncesi yoğun çalışma
cram
en yoğun olan
peak
yoğun şekilde
intensely
emek yoğun
(Ticaret) labour intensive
emek yoğun
(Ticaret) labour-intensive
emek yoğun
(Ticaret) labor-intensive
emek yoğun üretim
(Ticaret) craft production
emek-yoğun üretim
(Ticaret) craft production
yoğun bakım
(Tıp) intensive care unit
yoğun ilgi
great interest
yoğun ilgi
intense interest
yoğun şekilde
intensively
ücret yoğun
(Ticaret) wage intensive
acil servis yoğun bakım ünitesi
emergency intensive care unit
acil yoğun bakım
emergency intensive care
kanı yoğun olan, demevi
concluded that of demevi
emek yoğun
labor intensive
emek-yoğun
(Ticaret) labor intensive
emek-yoğun mal
(Ticaret) labor-intensive commodity
emek-yoğun mal
(Ticaret) labour intensive commodity
emek-yoğun mal
(Ticaret) labor intensive commodity
emek-yoğun teknik
(Ticaret) labor-intensive technique
en yoğun iş saatleri
core time
en yoğun olduğu durum
peak
en yoğun sezon
peak season
en yoğun zaman
peak time
işin en yoğun olduğu dönem
high season
işsizliğin yoğun olduğu bölge
grey area
işsizliğin yoğun olduğu bölge
distressed area
makine yoğun
machine-intensive
sermaye yoğun
(Askeri) capital-incentive
trafiğin en yoğun olduğu durum
peak of traffic
uyuşturucu trafiği yoğun bölge
(Askeri) high-intensity drug trafficking area
veri yoğun
(Bilgisayar) data-intensive
yılın en yoğun ayı
(Turizm) peak month
Turkish - Turkish
Etkisi güçlü olan, ağır koku vb
Etkisi güçlü olan, ağır
Kaba, kalın, iri
Şişman, iri, tombul
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
Kaba, kalın, iri (elek, iğne). Şişman, iri, tombul: "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..."- A. İlhan
Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif
tmış, çoğalmış bir durumda olan
Koyu, ağır, kalın
Dolu, sıkı, çok
ağır
derin
kesif
sıkı
(Osmanlı Dönemi) UKD
(Osmanlı Dönemi) ACÜR
yoğun madde fiziği
Yoğun madde fiziği fiziğin maddenin makroskopik fiziksel özellikleri ile ilgilenen dalıdır. Özel olarak bileşenlerin oldukça büyük ve aralarındaki etkileşimin güçlü olduğu "yoğunlaşmış" maddeleri inceler
yoğun bakım
Hastanelerde ağır hastaların tedavisi için özel bakımın uygulandığı bölüm
yoğun bakım
Ağır hastaların tedavisi için uygulanan özel bakım
yoğun
Favorites