yalnızım

listen to the pronunciation of yalnızım
Turkish - English
i am alone
i'm lonely
yalnız
{s} lonely

She lived a lonely life. - Yalnız bir hayat yaşadı.

She always comforted herself with music when she was lonely. - O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.

yalnız
lonesome

The giant tortoise Lonesome George has died on the Galapagos Islands. - Dev kaplumbağa Yalnız George, Galapagos Adaları'nda öldü.

Lonesome George was the last giant tortoise of his kind. - Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.

yalnız
alone

She likes walking alone. - O yalnız yürümeyi sever.

He lived alone in the forest. - Ormanda yalnız başına yaşadı.

yalnız
sole

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

One cannot live solely on air and love. - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.

yalnız
only

I only study in the library. - Yalnızca kütüphanede çalışırım.

Did you do your homework? The meeting is only two days away. - Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.

yalnız
{s} solitary

She likes to go for solitary walks. - O, yalnız başına yürüyüşe çıkmayı sever.

I like a solitary walk. - Yalnız yürümeyi severim.

yalnız
(Hukuk) save

At the moment only a child can save my marriage. - Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.

yalnız
lone

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

This city is cold and lonely without you. - Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.

yalnız
merely

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

yalnız
solitarily
yalnız
squinting
yalnız
private
yalnız
single

That's why you're still single. - Bu yüzden hala yalnızsın.

Now that you are single again, how about poker this weekend? - Madem ki yine yalnızsın, bu hafta sonu pokere ne dersin?

yalnız
mere

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

yalnız
on one's own
yalnız
pure and simple
yalnız
nothing but

Do you swear to tell the truth and nothing but the truth? - Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?

It was nothing but coincidence. - Bu yalnızca tesadüftü.

yalnız
nothing else
yalnız
pure

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

yalnız
nothing more than
yalnız
by oneself
yalnız
solely

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

yalnız
single-handed
yalnız
bigoted
yalnız
none but
yalnız
unaccompanied
yalnız
desolate
yalnız
exclusively
yalnız
purely

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

yalnız
by ourselves
yalnız
single handed
yalnız
isolated

I felt very isolated. - Çok yalnız hissettim.

Tom felt very isolated. - Tom çok yalnız hissetti.

yalnız
be alone
yalnız
singly
yalnız
alone, lonely, lone, desolate, solitary; alone, on one's own; only, solely; but, however
yalnız
but, however
yalnız
on one's tod
yalnız
only, just
yalnız
by yourself

Did you study by yourself? - Eğitimi yalnız mı yaptınız?

I'm not letting you go by yourself. - Yalnız gitmene izin vermiyorum.

yalnız
alone, by oneself
yalnız
just

I just got here this morning. - Bu sabah buraya yalnızca ben geldim.

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

yalnız
solitary, isolated, lone
yalnız
solo

Nancy set out on a solo journey. - Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.

Now that my only colleague has retired, I'm flying solo. - Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.

yalnız
unattended

Tom was angry at Mary for leaving their children unattended. - Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.

yalnız
lonely, lonesome
yalnız
singular
yalnız
but

Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work. - Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.

If I heard a noise in the kitchen but was home alone, I would go to see what happened. - Mutfakta bir gürültü duysam fakat evde yalnız olsam, ne olduğunu görmek için giderim.

Turkish - Turkish

Definition of yalnızım in Turkish Turkish dictionary

yalnız
Ama, şu kadar ki, ancak, fakat
yalnız
Sadece, salt
yalnız
Yanında başkaları bulunmayan
yalnız
Sadece, salt: "Kendisini yalnız Bombay'a kadar götürecek tren parası vardı."- F. R. Atay
yalnız
Yanında başkaları olmayarak: "Ömrümde şehir içinde bile yalnız dolaşmaya alışmamış bir adam için bir genç kızın tek başına Avrupa seyahatine çıkışı akıl durdurucu bir şeydi."- Y. K. Karaosmanoğlu
yalnız
Toplumsal ilişkilerden yoksun veya yoksun bırakılan kişi
yalnız
Yanında başkaları olmayarak
yalnızım
Favorites