Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.
- Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband.
Brian'ın kız arkadaşı sık sık onu lüks restoranlara götürmesi için yalvarır.
- Brian's girlfriend often begs him to take her to luxurious restaurants.
O, lüks bir hayat sürdü.
- He led a life of luxury.
Sanat bir lüks değil fakat bir gerekliliktir.
- Art is not a luxury, but a necessity.
Lüksemburg'a gidip yaşamak istiyorum!
- I want to go and live in Luxembourg!
Lüksemburg'u ziyaret etmek istiyorum.
- I want to visit Luxembourg.