iyilik

listen to the pronunciation of iyilik
Turkish - English
goodness

Goodness does more than violence. - İyilik, şiddetten daha fazlasını yapar.

Wisdom and goodness to the vile seem vile. - Alçak için bilgelik ve iyilik iğrenç görünüyor.

favor

In return for helping you with your studies, I'd like to ask a small favor of you. - Çalışmalarınızda size yardım karşılığında, ben sizden küçük bir iyilik rica ediyorum.

Can you do me a favor? - Bana bir iyilik yapar mısın?

kindness

Justice and kindness are virtues. - Adalet ve iyilik erdemlerdir.

Kindness is the only way to bring peace to this planet. - İyilik bu gezegene barış getirmenin tek yoludur.

favour

I'm trying to do you a favour. - Size iyilik yapmaya çalışıyorum.

Can you do me a favour? - Bana bir iyilik yapabilir misin?

loving
blessing
a good turn

He did me a good turn. - O bana bir iyilik yaptı.

loving-kindness
finess
impartialness
wellbeing
auspices
charity
benevolence
good

Render good for evil. - Kötülüğe karşı iyilik yap.

He did me a good turn. - O bana bir iyilik yaptı.

kindnesses
(Ticaret) well-being
welfare
fairness
goodness; kindness, favour, favor, benefaction; good health; benefit, advantage
favour [Brit.]
beneficence
well being
kindliness
benefit, advantage
loving kindness
kindness; favor
benefaction
goodliness
boon
iyilik etmek
favor
iyi
decent

Tom got a decent grade on the test he took last week. - Tom geçen hafta girdiği sınavda iyi bir not aldı.

Tom couldn't find a decent job in Boston, so he moved to Chicago. - Tom Boston'da iyi bir iş bulamadı, bu yüzden Şikago'ya taşındı.

iyi
well

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

John can't speak French well. - John, Fransızcayı iyi konuşamıyor.

iyi
{s} good

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

He is no good as a doctor. - Doktor olarak iyi değil.

iyi
fine

Fine, thank you. And you? - İyiyim, teşekkürler. Ya siz?

I think it will be fine. - Ben, havanın iyi olacağını düşünüyorum.

iyilik bilmek
grateful
iyilik bilmek
be grateful
iyilik etmek
(deyim) do good
iyilik görmek
supported
iyilik görmek
to be supported
iyilik meleği
(Konuşma Dili) fairy godmother
iyilik sağlık
fine
iyilik timsali
goody-goody
iyilik yap
do favor
iyilik sağlık
thanks
iyilik ederek gönül alma
atonement in favor
iyilik görmek, yararlanmak
good to see, to take advantage
iyilik sever
benevolent
iyilik bilmek
not to forget a kindness done one
iyilik bilmek
to be grateful
iyilik bilmez
ungrateful
iyilik bilmezlik
ungratefulness
iyilik eden iyilik bulur
(Atasözü) A helpful person is helped when he/she needs it
iyilik etmek
favour [Brit.]
iyilik etmek
to do (sb) a favour
iyilik etmek
do a favor
iyilik etmek
to do (someone) a kindness
iyilik etmek
oblige
iyilik etmek
be good towards
iyilik etmek gayesiyle
in a good cause
iyilik görmek
to receive kindness, to be supported
iyilik görmek
to be treated with kindness or generosity by
iyilik meleği
angel
iyilik perisi
fairy godmother
iyilik sağlık
(Konuşma Dili) Everything's fine./All's well
iyilik simgesi
dove
iyilik timsali
goody

I can't stand those goody-goody types. - Şu iyilik timsali tiplere dayanamam.

iyilik timsali
goody goody
iyilik yapmak
to do sb a favour
iyilik yapmak
1. to do (someone) a kindness. 2. slang to report (someone) to the police
iyilik yapmak
do a kindness
İyilik sağlık
Fine, thanks
iyi
{s} kind

I'll never forget your kindness as long as I live. - İyiliğini yaşadığım sürece unutmayacağım.

I am deeply grateful to you for your kindness. - İyiliğin için sana derinden minnettarım.

iyi
{s} just

The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath. - Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.

Love isn't a game, so you can't just cherry pick the best bits! - Aşk bir oyun değildir, bu nedenle sadece en iyi parçaları seçemezsiniz!

iyi
all right

Mr. Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

iyi
{s} alright

Don't worry, mom. I'll be alright! - Merak etme, anne. Ben iyi olacağım!

I'm alright if you're alright. - Sen iyiysen ben iyiyim.

iyi
comfortable

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

iyi
OK
iyi
decently
iyi
great

The growth of online shopping and booking has greatly improved life for the consumers. - Online alışveriş ve rezervasyonun büyümesi tüketiciler için hayatı oldukça iyileştirdi.

Great care has been taken to use only the finest ingredients. - Sadece en iyi malzemeleri kullanmak için büyük özen gösterilmiştir.

iyi
{i} B
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

Nakido is better than Twitter. - Nakido, Twitter'dan daha iyidir.

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

Your dad is really cool. Not really. - Baban gerçekten iyidir. Pek sayılmaz.

I always thought Tom was so cool. - Ben hep Tom'un çok iyi olduğunu düşündüm.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

Benjamin Harrison's campaign was well-organized. - Benjamin Harrison'un kampanyası iyi organize edilmişti.

Hoover was well-known to Americans. - Hoover, Amerikalılar için iyi tanınmış biriydi.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

Even if it was somebody else who made her happy, as long as she is happy, that's fine. - Onu mutlu eden başka biri olsa da, o mutlu olduğu sürece, bu iyi.

Happy birthday, Muiriel! - İyi ki doğdun, Muiriel!

iyi
likely

If you eat well, you're likely to live longer. - İyi beslenirseniz muhtemelen daha uzun yaşarsınız.

You know as well as I do that that isn't likely to happen. - Onun muhtemelen olmayacağını benim bildiğim kadar iyi biliyorsun.

iyi
in good health, well. İ
iyi
right

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

Tom can dance fairly well, can't he? - Tom oldukça iyi dans edebilir, değil mi?

Tom did fairly well on the test he took yesterday. - Tom dün girdiği sınavda oldukça iyi yaptı.

iyi
o.k
iyi
nice

The table in that room is very nice. - Şu odadaki masa çok iyi.

There's a nice Thai restaurant near here. - Buranın yakınında iyi bir Tayland restoranı var.

iyi
pretty

Tom is pretty sure everything will go well. - Tom her şeyin iyi gideceğinden oldukça emin.

Tom knows Mary pretty well. - Tom Mary'yi oldukça iyi biliyor.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
iyilik perisi
brownie
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyilik yapmak
do a favour
iyilik yapmak
do a favor

A friend is always ready to do a favor. - Bir arkadaş bir iyilik yapmak için her zaman hazırdır.

iyilikler
favors
benim için bir iyilik yapabilir misiniz
Will you do me a favor
herkese iyilik etme kuralı
golden rule
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

I know it well enough. - Ben onu yeterince iyi tanıyorum.

John isn't well enough to go to school today. - John, bugün okula gitmek için yeteri kadar iyi değildir.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

That sounds too good to be true. - O gerçek olamayacak kadar iyi görünüyor.

Tom certainly looked and sounded better than he did last month when we visited him. - Tom kesinlikle geçen ay onu ziyaret ettiğimizde göründüğünden daha iyi görünüyordu ve sesi daha iyi çıkıyordu.

iyi
okay

I think I’m going to be okay. - Sanırım iyi olacağım.

Everything will be okay. I promise. - Her şeyin iyi olacağına söz veriyorum.

iyi
OK, OK
iyi
agree

This climate doesn't agree with me. - Bu iklim bana iyi gelmiyor.

Oysters don't agree with me. - İstiridye bana iyi gelmiyor.

iyi
dandy
iyi
handsome

He is a good boy, and what is better, very handsome. - O iyi bir çocuk ve daha da iyisi, çok yakışıklı.

A handsome man is a good reason to go to hell. - Yakışıklı bir adam, cehenneme gitmek için iyi bir nedendir.

iyi
bonzer
iyi
whole

As a whole his works are neither good nor bad. - Eserleri bir bütün olarak ne iyi nede kötü.

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
ortak iyilik
collective ownership
Üstüme iyilik sağlık
Good heavens!
Turkish - Turkish
Sağlığı yerinde olma durumu, esenlik
Karşılıksız yardım
Karşılık beklenilmeden yapılan yardım, kayra, lütuf, kerem, ihsan, inaye
Karşılık beklenilmeden yapılan yardım, kayra, lütuf, kerem, ihsan, inaye: "Borcumu ödesem de iyiliğini ödeyemem."- N. Cumalı
Yarar veya elverişlilik, nimet
İyi olma durumu, salah
iyilik güzellik
Sağlıklı olma durumu, iyilik sağlık
iyilik perisi
Maddî, manevî yardımda bulunan (kimse)
iyilik sağlık
Nasılsınız sorusuna karşılık olarak sağlıklı ve iyi durumda olunduğunu anlatır
iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
iyilikler
hasenat
İyi
(Hukuk) BONUS
İyilik
(Osmanlı Dönemi) SERARE