This makes the situation worse.
- Bu, durumu daha kötü hale getirir.
The situation could only be settled by war.
- Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.
Tom's condition is still critical.
- Tom'un durum hâlâ kritik.
Tom is still in critical condition.
- Tom hâlâ kritik durumda.
There's still no end in sight.
- Görünürde hâlâ bir son yok.
Yesterday, my aunt regained her sight.
- Dün, halam görüşünü yeniden kazandı.
We turned it into a state problem.
- Onu bir devlet sorunu haline getirdik.
People in the United States speak English.
- Birleşik Devletler halkı İngilizce konuşur.
Layla became irresistible.
- Leyla karşı konulmaz hale geldi.
Layla's love for Fadil was starting to become an obsession.
- Leyla'nın Fadıl'a olan sevgisi bir takıntı haline gelmeye başlıyordu.
The job offer still stands.
- İş teklifi hâlâ duruyor.
He is still standing.
- Halen ayakta duruyor.
The sun having set, they were still dancing.
- Güneş batarken, onlar hâlâ dans ediyorlardı.
The situation could only be settled by war.
- Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.
The red lamp lights up in case of danger.
- Kırmızı lamba tehlike halinde yanar.
In case of fire, call 119.
- Yangın haline, 119'u ara.
The event still remains vivid in my memory.
- Olay belleğimde hâlâ canlı duruyor.
The event is still fresh in our memory.
- Olay anımızda hâlâ taze.
I can still see my mother's face.
- Annemin yüzünü hâlâ görebiliyorum.
The victim's body was lying face down on the rug.
- Kurbanın vücudu halı üzerinde yüzü aşağıya bakacak şekilde yatıyordu.
Their ship is still in port.
- Onların gemisi hâlâ limanda.
The storm will make it impossible for the ship to leave port.
- Fırtına geminin limandan ayrılmasını imkansız hale getirdi.
Japanese people exchange gifts in order to express their feelings.
- Japon halkı duygularını ifade etmek için hediyeleri takas eder.
One of England's kings abdicated the throne in order to marry a commoner.
- İngiltere krallarından biri, halktan biriyle evlenmek için tahttan çekildi.
Tom has a bad temper.
- Tom'un kötü bir ruh hali var.
She was in a bad temper.
- O, kötü bir ruh hali içindeydi.
My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university.
- Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.
After her sickness, she's only a shadow of her former self.
- O, hastalığından sonra, eski halinin sadece bir gölgesidir.
Is this a different word or just another form of the same word?
- Bu farklı bir kelime mi yoksa aynı kelimenin başka bir hâli mi?
He was in a bad mood, which was rare for him.
- O kötü bir ruh hali içinde, bu onun için nadirdi.
She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood.
- O seninle konuşmayı reddedebilir çünkü o çok kötü bir ruh hali içinde.
Tom doesn't have it all figured out yet.
- Tom henüz onun hepsini hallettirmiyor.
I've got to figure this out.
- Bunu halletmek zorundayım.
We still haven't found the solution.
- Hâlâ çözümü bulmadık.
The size of the carpet is 120 by 160 centimeters.
- Halının büyüklüğü 120'ye 160 santimetredir.
Tom can still wear the same size jeans he did when he was twenty years old.
- Tom yirmi yaşındayken giydiği aynı beden pantolonu hâlâ giyebiliyor.
All prepositions take the nominative.
- Tüm edatlar, yalın haldedir.
I prithee, good Prince Hal, help me to my horse, good king's son.
"...«trajedi»ler bi-eyyi-hâl manzum olmak ve beş ve¬yâhûd üç fasla münkasım bulunmak lâzımdır." (Nâmık Kemal, Mukaddime-i Celal).
... are aware of hal ...