Cılız ve narin bir çocuktu.
 - He was a weak and delicate child.
Calhoun konuşmasını okuyamayacak kadar çok cılızdı.
 - Calhoun was too weak to read his speech.
O, bir arkadaşına çok yorgun ve güçsüz hissettiğini söyledi.
 - He told a friend that he felt very tired and weak.
Güçsüz bir prens olan Eric Danimarkalılar arasında büyük hoşnutsuzluğa sebep olan kötü bir para sistemi çıkardı.
 - Eric who was a weak prince issued a bad coinage which excited great discontent among the Danes.
Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
 - Everyone has both strong and weak points.
O,İngilizcede zayıftır.
 - He is weak in English.
Kahvemi hafif istiyorum.
 - I'd like my coffee weak.
Kahvemi hafif severim.
 - I like my coffee weak.
Tom açıkçası hâlâ çok zayıf.
 - Tom is obviously still very weak.
Açık kahveyi tercih ederim.
 - I prefer weak coffee.
İnsan zaafına müsamaha göstermek zorundasın.
 - You have to allow for human weakness.