açıklar

listen to the pronunciation of açıklar
Turkish - English
Explain
(Ticaret) deficits

Lower taxes don't cause deficits. - Düşük vergiler açıklara neden olmaz.

Are trade deficits good or bad? - Ticaret açıkları iyi mi yoksa kötü mü?

explaıns
explains

She explains the literal meaning of the sentence. - O, cümlenin gerçek anlamını açıklar.

He explains things in a very clear way. - O, koşulları çok açık bir biçimde açıklar.

açık
open

He told me to leave the window open. - Bana pencereyi açık bırakmamı söyledi.

Don't sleep with the windows open. - Pencereler açık uyuma.

açık
bare

I can barely keep my eyes open. - Zar zor gözlerimi açık tutabiliyorum.

açık
{s} express

Express your idea clearly. - Fikrini açıkça ifade et.

He expressed himself clearly. - O, kendini açıkça ifade etti.

açık
clear

You must speak clearly in company. - Şirkette açıkça konuşmalısın.

It seemed clear the Senate would reject the treaty. - Senatonun antlaşmayı reddedeceği açıkça görünüyordu.

açıklar livası
(Konuşma Dili) the unemployed
açık
{s} fair

She has a fair complexion. - Onun açık bir teni vardır.

After rain comes fair weather. - Yağmurdan sonra açık hava gelir.

açıkla
explain

Please explain the rules of soccer to me. - Lütfen bana futbolun kurallarını açıklayın.

Please explain the grammar of 'as may be'. - Lütfen as may be nin dilbilgisini açıklar mısın?

açık
shiny
açıkla
{f} explained

He explained later how he made this decision. - Bu kararı nasıl verdiğini daha sonra açıkladı.

Thunder has been explained scientifically, and people no longer believe it is a sign that the gods are angry with them, so thunder, too, is a little less frightening. - Gök gürültüsü bilimsel olarak açıklanmıştır, ve insanlar onun tanrıların insanlara kızgın olduğunun bir işareti olduğuna artık inanmıyorlar, bu yüzden gök gürültüsü de biraz daha az korkutucudur.

açık
{s} distinct
açık
definite

It is definite that he will go to America. - Onun Amerika'ya gideceği açık.

açık
obvious

This drink's flavor is obviously that of tea. - Bu içecek açıkça çayla aynı tada sahip.

Brian is mad because Chris obviously does not intend to return the money. - Chris'in açıkça parayı getirmeye niyeti olmadığı için Brian çıldırdı.

açık
{s} pale

At daytime, we see the clear sun, and at nighttime we see the pale moon and the beautiful stars. - Gündüzleri açık bir güneş görürüz, ve geceleri solgun bir ay ve güzel yıldızları görürüz.

The turquoise colour evokes the colour of clear water, it's a light and pale blue. - Turkuaz rengi, berrak su rengini çağrıştırıyor, açık ve soluk bir mavi.

açık
{s} precise
açık
{s} forthright
açık
{s} light

Your detailed explanation of the situation has let me see the light. - Durumla ilgili ayrıntılı açıklaman benim anlamamı sağladı.

While I was reading in bed last night, I fell asleep with the light on. - Dün gece yatakta kitap okurken, ışık açıkken uykuya dalmışım.

açık
{s} plain

Explain it in plain words. - Onu sade bir dille açıklayın.

It's quite plain that you haven't been paying attention. - Dikkat etmediğin oldukça açık.

açıkla
{f} explaining

He had no difficulty explaining the mystery. - O, gizemi açıklamada zorluk çekmedi.

I think your problem is that you don't listen carefully when people are explaining things. - Bence senin sorunun insanlar bir şeyler açıklarken dikkatlice dinlememen.

açık
wide

The window was wide open. - Pencere tamamen açıktı.

Keep your eyes wide open! - Gözlerinizi ardına kadar açık tutun.

açık
(Bilgisayar) opens

The store also opens at night. - Mağaza gece de açıktır.

açık
lorry
açık
picturesque
açık
unreserved
açık
short and to the point
açık
signal
açık
opened

I opened the door and held it open for Mary. - Kapıyı açtım ve onu Mary için açık tuttum.

Tom opened the door and held it open for Mary. - Tom kapıyı açtı ve onu Mary için açık tuttu.

açık
legible
açık
in bulk
açık
(Havacılık) extended
açık
smutty
açık
straight

Tom is quite straightforward. - Tom oldukça açık sözlü.

Thank you for setting the record straight. - Konuyu açıkladığın için teşekkür ederim.

açık
noticeable
açık
off

He rejected my offer flatly. - Önerimi açıkça reddetti.

Tom turned off the engine, but left the headlights on. - Tom motoru kapattı ama farları açık bıraktı.

açık
intelligible
açık
(Bilgisayar) powered on
açık
aperture
açık
outspoken

Mary is outspoken and smart. - Mary açıksözlü ve akıllı.

Tom is an outspoken person. - Tom açık sözlü bir kişidir.

açık
slipt
açık
demonstrable
açık
undischarged
açık
graphic

Fewer graphics and more captions would make the description clearer. - Daha az grafikler ve daha fazla başlık açıklamayı daha net yapabilir.

açık
apparent

This should be obvious, but apparently it's not. - Bu açık olmalı ama görünüşe göre değil.

It was apparent that he did not understand what I had said. - Söylediğimi anlamadığı açıktı.

açık
decollete
açık
shortage
açık
undisguised
açık
outstretched
açık
evident

Evidently, Tom didn't want to go. - Açıkçası Tom gitmek istemiyordu?

You said you would text me in the evening, but you lied, evidently. - Akşamleyin bana mesaj atacağını söyledin ama açıkça yalan söyledin.

açık
perspicuous
açık
weak

I prefer weak coffee. - Açık kahveyi tercih ederim.

Tom is obviously still very weak. - Tom açıkçası hâlâ çok zayıf.

açık
deficient amount
açık
debit
açık
concrete
açık
patent

This is patently unfair. - Bu açıkça adil değil.

açık
broad
açık
manifest

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

açık
specific

He offered no specific explanation for his strange behavior. - O, onun tuhaf davranışı için özel bir açıklama yapmadı.

Could you be more specific? - Biraz daha açık olur musun?

açık
transparent
açık
blunt

Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it. - Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

açık
diluted
açık
unconstrained
açık
ostensive
açık
fine

He wrote a fine description of what happened there. - O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.

açık
self-evident
açık
uncovered
açık
explicit

I explicitly told Tom not to do that. - Tom'a açıkça onu yapmamasını söyledim.

I gave you explicit instructions not to touch anything. - Ben sana hiçbir şeye dokunmaman için açık talimatlar vermiştim.

açık
shadowless
açık
heart-to-heart
açıkla
{f} expounded
açıkla
got across
açıkla
{f} professing
açıkla
profess

Professors should explain everything in detail, not be succinct and always tell students to go home and read their books. - Profesörler, her şeyi detaylı bir şekilde açıklamalılar, kısa ve öz olmamalılar ve her zaman öğrencilere eve gitmelerini ve kitaplarını okumalarını söylemeliler.

For a professional, he gave a poor account of himself in today's game. - Bir profesyonele göre, bugünkü oyunda kendisiyle ilgili garip bir açıklama yaptı.

açıkla
elucidate
açıkla
expound
açıkla
{f} paraphrase

I don't understand this word. Could you paraphrase it? - Bu sözcüğü anlamıyorum. Onu açıklayabilir misin?

açıkla
{f} professed
açıkla
get across
açıkla
{f} expounding
açık
spread
açık
loosy
açık
open to

This garden is open to the public. - Bu bahçe halka açıktır.

The park is open to everybody. - Park herkese açıktır.

açık
wide-open
açık
open on
açık
open for
açık
{s} free

My door is always open. Feel free to visit when you want. - Kapım her zaman açık. İstediğin zaman ziyaret etmeye çekinme.

There Akai joins them and it becomes a free-for-all in front of the finish line. - Orada Akai onlara katılır ve bu bitiş çizgisinin önünde herkese açık bir yarışma olur.

Açık
power on
açık
clear, easy to understand; not in cipher
açık
blank
açık
obscene; suggestive
açık
clear-cut
açık
open sea

When we awoke, we were adrift on the open sea. - Uyandığımız zaman, açık denizde akıntıya kapılıp sürükleniyorduk.

After the wind has stopped, let's sail the boat off to the open sea. - Rüzgar durduktan sonra, tekneyle açık denize yelken açalım.

açık
aboveground
açık
confessed

He confessed his crime frankly. - Suçunu çok açık bir şekilde itiraf etti.

açık
in blank
açık
uncovered; naked, bare, exposed
açık
expressly

Here everything is forbidden that isn't expressly permitted. - Burada açıkça izin verilmeyen her şey yasaktır.

açık
fortunate, promising
açık
visible

During clear weather, the coast of Estonia is visible from Helsinki. - Açık havada, Estonya kıyısı Helsinki'den görülebilir.

açık
unobstructed, free
açık
articulate
açık
deficiency
açık
cloudless
açık
on , open
açık
frank, open
açık
clean cut
açık
light (shade of color)
açık
wide open

The back door's wide open. - Arka kapı sonuna kadar açık.

The window was wide open. - Pencere tamamen açıktı.

açık
spaced far apart, separated
açık
decided

He explained at length what had been decided. - O, neye karar verildiğini uzun uzadıya açıkladı.

We've decided to paint the walls light blue. - Duvarları açık maviye boyamaya karar verdik.

açık
vacancy, job opening
açık
excess of expense over income
açık
not secret, in the open
açık
open; (çay/kahve) weak; (yol/geçit) free, clear; (hava) clear, cloudless; (renk) light; uncovered; naked, bare; clear, plain, distinct; frank, outspoken; vacant" " boş, münhal; (çek) blank;" "(resim/kitap vb.) smutty, bawdy, pornographic, salacious; open air; open sea; vacant position; deficit; shortfall; openly, baldly, frankly, straight out
açık
declared

Tom has been declared brain dead. - Tom'un beyin ölümü açıklandı.

When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride. - O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.

açık
shortfall
açık
open for business, open
açık
open, defenseless, unprotected (city)
açık
unclouded
açık
clear, cloudless, fine
açık
exposed

Fadil exposed his dark secret. - Fadıl karanlık sırrını açıkladı.

açık
frankly, openly
açık
outskirts; nearby place
açık
the open

We spent the day in the open air. - Günü açık havada geçiririz.

She thought they were about to fly out through the open window. - O açık pencereden uçmak üzere olduklarını düşünüyordu.

açık
not roofed; not enclosed
açık
(Hukuk) deficit

Lower taxes don't cause deficits. - Düşük vergiler açıklara neden olmaz.

Are trade deficits good or bad? - Ticaret açıkları iyi mi yoksa kötü mü?

açık
categorical
açık
candid

Tom is candid about his past. - Tom geçmişi konusunda çok açıktır.

He officially announced his candidacy. - O resmen adaylığını açıkladı.

açık
crystal

Let me make myself crystal clear. - Kendimi açık seçik ifade etmeme izin verin.

açık
distance, space between
açık
empty, clear, unoccupied
açık
avowed
açık
deficit, shortage
açık
soccer wing, winger, player in a wing position
açık
explicitly

I don't like it when mathematicians who know much more than I do can't express themselves explicitly. - Benim bildiğimden çok daha fazla bilen matematikçiler kendilerini açıkça ifade edemedikleri zaman bundan hoşlanmam.

The government explicitly declared its intention to lower taxes. - Hükümet vergileri düşürmek için niyetini açıkça bildirdi.

açık
{s} lucid
açık
{s} definitive
açık
{s} unconcealed
açık
open ended
açık
flagrant
açık
(Nükleer Bilimler) on
açık
{s} unlocked

Tom pushed the unlocked door open. - Tom kilidi açık kapıyı iterek açtı.

I left the door unlocked. - Kapıyı açık bıraktım.

açık
clearcut
açık
{s} uncrossed
açık
revealing

Thank you for this revealing lecture! - Bu açıklayıcı ders için teşekkürler!

açık
{s} direct

He is very direct about it. - O, bu konuda açıktır.

I don't understand; you have to be more direct. - Anlamıyorum; daha açık olmak zorundasın.

açık
clarion
açık
{s} unequivocal

This is quite unequivocal. - Bu oldukça açık anlamlıdır.

Their deep love for each other was unequivocal. - Onların birbirlerine duydukları derin aşk oldukça açık.

açık
pointblank
açık
{s} vacant
açık
{s} expansive
açık
open air

We spent three hours in the open air. - Açık havada üç saat geçirdik.

A few seconds ago I was in the open air and the bright daylight, and now my eyes refuse to serve me in this darkness. - Birkaç saniye önce ben açık havada ve parlak gün ışığındaydım ve şimdi gözlerim bu karanlıkta bana hizmet etmeyi reddediyor.

açık
{s} gaping
açık
{s} square
açık
{s} round

The store is open all the year round. - Dükkan tüm yıl boyunca açıktır.

Strictly speaking, the earth is not round. - Açıkçası dünya yuvarlak değil.

açık
{s} downright
açık
shirt sleeve
açık
{s} unprotected

Tom left the box unprotected. - Tom kutuyu açık bıraktı.

açık
{s} lucent
açık
pellucid
açık
outspread
açık
{s} translucent
açık
{s} unambiguous

Write unambiguous texts. - Açık anlamlı metin yazın.

Write clear and unambiguous texts! - Açık ve net metinler yazın!

açık
{s} deficient
açık
{s} unobstructed
açık
well marked
açık
clear cut
açık
bleak
açık
bluff
açık
{s} outdoor

Rugby is an outdoor game. - Ragbi bir açık hava oyunudur.

In the summer, we enjoy outdoor sports. - Yazın, açık hava sporlarını severiz.

açık
{s} unsealed
açık
patulous
açık
{s} unmistakable

He bore an unmistakable reference to his father. It made his mother cry. - O, babasına açık bir referans taşıyordu. Bu, annesini ağlattı.

açık
{i} upfront
açık
public

I defy you to make it public. - Onu açıklamak için sana meydan okuyorum.

Please refrain from smoking in public places. - Lütfen halka açık yerlerde sigara içmekten imtina edin.

açık
{s} overt

Racism today isn't so overt. - Irkçılık bugün çok açık değildir.

açık
hearttoheart
açık
{s} serene
açık
{s} outright
açık
{s} hospitable
açık
{s} raw
açık
openended
açık
cloudy

On cloudy days, you can hear distant sounds better than in clear weather. - Bulutlu günlerde, uzaktaki sesleri açık havadakilerden daha iyi duyarsın.

açık
{s} loose
açık
{s} uncomplicated
açık
opencast
açık
selfevident
açık
dilute
açık
{s} unashamed
açık
{s} luminous
açık
point blank
açık
wishy washy
açıkla
spit it out !
açıkla
speak
açıkla
say what you have to say!
açıkla
justify
açıkla
justified
açıkla
premises
açıkla
premise
açıkla
spit it out
Turkish - Turkish

Definition of açıklar in Turkish Turkish dictionary

açıklar livası
İşi gücü olmayan, boşta kalan kimse
Açık
(Osmanlı Dönemi) CEHVA'
Açık
(Osmanlı Dönemi) BÂZ
Açık
(Osmanlı Dönemi) MÜNFEC
Açık
(Hukuk) VAZIH
Açık
dekolte
Açık
(Hukuk) SARİH
açık
Bir ihtiyacın karşılanamaması durumu
açık
İşler durumda olan
açık
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
açık
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri
açık
Aralığı çok. Çalışır durumda olan: "Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar."- Ö. Seyfettin
açık
Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen
açık
Görevlisi olmayan, boş (iş, görev), münhal
açık
Aralığı çok
açık
Belli bir yerin biraz uzağı
açık
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı: "Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik."- R. N. Güntekin
açık
Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan (kitap, resim, film)
açık
Rengi açık olmayan, koyu karşıtı: "Açık sarı saçlı, zayıf bir kadın keman çalıyordu."- Ö. Seyfettin
açık
Koyu olmayan (renk)
açık
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen
açık
Kolay anlaşılır, vazıh
açık
Kolay anlaşılır, vazıh: "Açık konuşma zamanının artık geldiğine kani idim."- R. N. Güntekin
açık
Engelsiz
açık
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen: "... her çeşit kafa ve gönül fırtınalarına açık bir adamdı o."- T. Buğra
açık
Engelsiz. Örtüsüz, çıplak
açık
Boş
açık
Örtüsüz, çıplak
açık
Doğru olarak, açıkça
açık
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri: "Limanda bilinen gemiler, oysa açıklardadır."- B. Necatigil
açık
Doğru olarak, açıkça: "İnsan mağlubiyetini bu kadar açık kabul eder mi?"- M. Yesarî
açık
(Osmanlı Dönemi) sarih
açık
(Osmanlı Dönemi) küşâde
açıklar
Favorites