Definition of çalmak in Turkish English dictionary
- steal
He is guilty of stealing.
- O çalmaktan suçludur.
Tom accused Mary of stealing some money.
- Tom, Mary'yi biraz para çalmakla suçladı.
- ring
- play
I want to play the guitar.
- Gitar çalmak istiyorum.
Playing the guitar is fun.
- Gitar çalmak eğlencelidir.
- to steal, to run away with sth, to rip sth off, to knock sth off ; to strike, to ring, to sound, to chime, to peal; to play, to execute; (kapı) to knock; to blow; to border on, to verge on; to smear, to spread; to add, to mix into
- pilfer
- finger
- blow
- to play (a musical instrument, a piece of music, a record, a record player, a tape player, a radio)
- pinch
- (müzik) play
- thieve
The thieves tried to steal the woman's car, but they couldn't because they didn't know how to drive a manual.
- Hırsızlar kadının arabasını çalmak istedi fakat beceremediler çünkü düz vites kullanmasını bilmiyorlardı.
- (for frost, copper, soot) to spoil (something)
- to be very eager (to do something), be raring to go; always to be ready (to do something), be ready (to do something) at the drop of a hat
- (yeşile vb.) tend
- (for one color) to be tinged with (another)
- hoist
- (tamtam vb.) beat out
- heist
- prov. (for someone's height) to verge on (a specified length): Boyu kısaya çalıyor. She's on the short side
- crib
- cop
- knock
We were just about to knock.
- Biz kapı çalmak üzereydik.
She was tired of knocking on heaven's door.
- O, cennetin kapısını çalmaktan bıktı.
- grind
- (renk) verge on
- mooch
- to steal, take (something) unlawfully
- defalcate
- lift
- (hayvan) rustle
- adopt
- nobble
- to add (an ingredient) to (a liquid)
- (telli çalgı) twang
- jingle
- (for a clock) to strike (an hour)
- to be elated, be on top of the world; to be tickled pink
- verge into
- to wield (a sword, a whip, an oar) with all one's might. çalıp çırpmak to steal anything he/she can get his/her hands on. Çalmadığım kapı kalmadı. I've left no stone unturned. çalmadan oynamak
- walk away with
- bag
- (çan) chime
- knelt
- (saat) strike
- (davul) beat
- filch
- incline
- make off with
- grind out
- (çanlar) peal
- hijack
- verge
- (for someone's accent) to have something of (a specified language) about it: Dili Fransızcaya çalıyor. There's something French about his accent
- render
- hoot
- to throw or hurl (something, someone) to (the ground)
- to knock on (a door)
- to cut (something) diagonally; to cut (cloth) on the bias
- to chase (a metal object)
- knock off
- (for a bell) to ring or toll; (for bells) to peal; (for a telephone) to ring; (for a buzzer) to buzz; (for a trumpet) to sound; (for a clock) to strike or chime; (for a horn or whistle) to blow or toot, be blown or tooted; (for a musical instrument, a record, a record player, a tape player, a radio) to play, be played; (for a piece of music) to be played
- jangle
- abstract
- hook
- (kapı) rap
- prov. to spread or smear (one thing) on (another)
- to ring or toll (a bell); to peal (bells); to sound (a trumpet); to blow, toot (a horn or whistle); to buzz (a buzzer)
- nick
- {f} snitch
- stole
Tom accused me of having stolen his watch.
- Tom beni saatini çalmakla suçladı.
They accused her of having stolen the bike.
- Onlar onu bisikleti çalmakla suçladı.
- border on
- çalma
- {i} playing
I've never been very good at playing the piano.
- Piyano çalmada asla çok iyi değildim.
Who that understands music could say his playing is good?
- Müzikten anlayan kim onun çalmasının iyi olduğunu söyleyebilirdi?
- çalma
- {i} stealing
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
He descended to stealing.
- O, çalmaya tenezzül etti.
- düdük çalmak
- whistle
- ıslık çalmak
- whistle
- çalgı çalmak
- to play music
- çan çalmak
- toll
- çan çalmak
- 1. to ring a bell or gong. 2. to noise something abroad, spread the news far and wide
- çanları çalmak
- peal
- çal
- steal
He will not steal my money; I have faith in him.
- O, benim paramı çalmaz, ona güvenim var.
He was spotted stealing cookies.
- Kurabiyeleri çalarken belirlendi.
- çal
- engage
- banttan çalmak
- play back
- daha iyi çalmak
- outperform
- etekleri zil çalmak
- to walk on air, to be elated, to be on cloud nine
- etekleri zil çalmak
- be elated
- kapıyı çalmak
- knock
Tom didn't even bother knocking on the door.
- Tom bile kapıyı çalmak için rahatını bozmadı.
Tom stopped knocking on the door as soon as he realized Mary wasn't home.
- Tom Mary'nin evde olmadığını farkeder etmez kapıyı çalmaktan vazgeçti.
- karnı zil çalmak
- to be starving, to be famished
- çalma
- larceny
- çalma
- {i} strike
- çal
- rang
Although the alarm rang I failed to wake up.
- Alarm çalmasına rağmen uyanamadım.
I was watching TV when the telephone rang.
- Telefon çaldığında, ben televizyon izliyordum.
- boru çalmak
- blow horn
- bozuk çalmak
- angry
- bozuk çalmak
- to be displeased
- bozuk çalmak
- displeased
- bozuk çalmak
- be displeased
- davul çalmak
- drumming
- iflas borusunu çalmak
- go bankrupt
- islik çalmak
- whistle
- maya çalmak
- (Gıda) leaven
- saat çalmak
- chime
- sepet havası çalmak
- fire
- topu çalmak
- (Spor) intercept
- trompet çalmak
- play the trumpet
- çal
- (Sanat) grey
- çalma
- (Askeri) embezzlement
- çalma
- performance
- çalma
- (Bilgisayar) do not play
- çalma
- (Muzik) rendering
- çalma
- improvise
- ıslık çalmak
- tweedle
- ıslık çalmak
- (Muzik) blow
- çal
- {f} thieve
The thieves stole the giant gold coin without being noticed by security guards or activating the alarm system.
- Hırsızlar güvenlik görevlileri tarafından fark edilmeden veya alarm sistemini harekete geçirmeksizin kocaman altın madeni paraları çaldılar.
The thieves tried to steal the woman's car, but they couldn't because they didn't know how to drive a manual.
- Hırsızlar kadının arabasını çalmak istedi fakat beceremediler çünkü düz vites kullanmasını bilmiyorlardı.
- çal
- rung
No sooner had the bell rung than the teacher came into the classroom.
- Zil çalar çalmaz öğretmen sınıfa geldi.
He came five minutes after the bell had rung.
- Zil çaldıktan beş dakika sonra geldi.
- çal
- {f} chime
- çal
- walk away with
- çal
- {f} thieving
It appears that my husband is cheating on me with my friend. I want to tell her: You thieving cat!.
- Bana öyle geliyor ki kocam beni arkadaşımla aldatıyor.Ona söylemek istiyorum:Sen kedi çalıyorsun!.
- çal
- (Bilgisayar) play
I am playing the guitar now.
- Şimdi gitar çalıyorum.
We heard the boy playing the violin.
- Çocuğun Keman çaldığını duyduk.
- çal
- {f} stealing
They must have suspected me of stealing.
- Çalmayla ilgili olarak benden şüphelenmiş olmalılar.
He is guilty of stealing.
- O çalmaktan suçludur.
- çal
- mooch
- çal
- {f} stole
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
I had my bicycle stolen last night.
- Dün gece bisikletimi çaldırdım.
- çal
- {f} stolen
I had my bicycle stolen last night.
- Dün gece bisikletimi çaldırdım.
My wallet was stolen yesterday.
- Cüzdanım dün çalındı.
- çal
- strum
- çal
- {f} ringed
- çal
- {f} ring
Tom's acknowledgement that he stole the ring cleared the maid of suspicion.
- Yüzüğü onun çaldığına dair Tom'un onayı hizmetçiyi şüpheli olmaktan kurtardı.
If the telephone rings, can you answer it?
- Eğer telefon çalarsa cevap verebilir misin?
- çal
- purloin
- çalma
- pilferage
- çalma
- {i} abstraction
- müzik aletlerini havalı biçimde çalmak
- plunk out
- saz çalmak
- instrument to play
- top çalmak
- (Spor) tackle
- yalnış kapıyı çalmak
- Barking up the wrong tree
- yere çalmak
- Throw down
- çal
- toll
The bells of danger toll for them.
- Onlar için tehlike çanları ağır ağır çalmaktadır.
For whom do the bells toll?
- Çanlar kimin için çalıyor?
- çal
- plagiarize
- acemice çalmak
- strum
- acemice çalmak
- thrum
- ahenkle çalmak
- chime
- akılını çalmak
- 1. to enchant, fascinate, charm, captivate. 2. to influence, sway
- alarm çalmak
- (alarm) go off
- alarm çalmak
- (alarm) to sound
- alarmı çalmak
- to sound the alarm
- alet çalmak
- play an instrument
- alârm çalmak
- give the alarm
- alârm çalmak
- sound the alarm
- araba çalmak
- steal cars
- araba çalmak
- steal a car
- araba çalmak
- highjack
- arkasından teneke çalmak
- 1. to gossip about, run down. 2. to shout insults at (someone) as he leaves
- aynı telden çalmak
- to say essentially the same thing
- ayrı telden çalmak
- talk at cross purposes
- ağızına bir parmak bal çalmak
- to try to put (someone) off by promises or petty gains
- bakarak çalmak
- sight read
- bakır çalmak/bakır çalığı olmak
- (for food) to be contaminated with verdigris
- bangır bangır çalmak
- blast
- bangır bangır çalmak
- blare
- borazan çalmak
- 1. to blow a bugle or trumpet. 2. to let everybody know, tell the world
- boru çalmak
- 1. to blow a horn. 2. for a bugle to blow
- boru çalmak
- poop
- boru çalmak
- sound the bugle
- boru çalmak
- toot
- boru çalmak
- trumpet
- boru çalmak
- pipe
- borusunu çalmak
- to jump to do (someone's) wishes so as to curry his favor
- bozuk çalmak
- to be angry, to be displeased
- bozum havası çalmak
- to act embarrassed, seem to be discomfited
- caz çalmak
- jive
- caz çalmak
- jazz
- daha sesli çalmak
- play up
- daha yüksek sesle çalmak
- play up
- davul çalmak
- drum
- davul çalmak
- beat the drum
- davul çalmak
- 1. to beat a drum. 2. (Konuşma Dili) to tell everybody, tell the world
- davul çalmak
- a) to drum b) to shout sth from the rooftops
- doğaçlama çalmak
- (caz) jam
- doğaçlamadan çalmak
- vamp
- düdük çalmak
- to whistle
- düdükü çalmak
- to become happy
- dümbelek çalmak
- tabor
- elma çalmak
- scrump
- elma çalmak
- scrumping
- emanet parayı çalmak
- defalcate
- etekleri zil çalmak
- to be overjoyed
- fanfar çalmak
- flourish
- felekten bir gece çalmak
- make a night of it
- felekten bir gün çalmak
- to go on a spree, to go on a binge, to go to town
- felekten bir gün/gece çalmak
- to have a very enjoyable day/evening
- fifre çalmak
- fife
- flüt çalmak
- flute
I thought Tom would be better at playing the flute than that.
- Tom'un flüt çalmakta bundan daha iyi olacağını düşündüm.
Tom enjoys playing the flute.
- Tom flüt çalmaktan zevk alıyor.
- galebe çalmak
- to conquer, to overcome
- galebe çalmak/etmek
- 1. to win, be the victor, be victorious. 2. to get the upper hand, come out on top, win out
- gayda çalmak
- skirl
- gong çalmak
- toll
- götü trampet çalmak
- to be delighted
- gümbür gümbür çalmak
- roll
- harp çalmak
- harp
- harp çalmak
- to harp
- hep aynı telden çalmak
- to harp on sth
- her biri başka bir hava çalmak
- for everyone (in a group) to behave and think differently from everyone else (in that group); for everyone to have a different opinion
- her havadan çalmak
- 1. to be versatile. 2. to claim to be knowledgeable about many different things
- her telden çalmak
- 1. to be versatile. 2. to claim to be knowledgeable about many different things
- hırsızlık yaparak çalmak
- burglarize
- hırsızlık yaparak çalmak
- burgle
- iflas borusunu çalmak
- to go bankrupt, to crash, to under
- iki enstrüman çalmak
- double
- kalbini çalmak
- to steal sb's heart
- kampana çalmak
- to ring a bell; to toll a bell
- kamçı çalmak
- to whip
- kamçı çalmak
- to whip, to lash, to scourge
- kapısını çalmak
- 1. to knock at (someone's) door. 2. to resort to, seek help from
- kapısını çalmak
- to apply to (sb)
- kapıyı çalmak
- beat at the door
- kapıyı çalmak
- beat on the door
- kapıyı çalmak
- knock the door
- kapıyı çalmak
- to knock at/on the door
- kara çalmak
- blacken
- kara çalmak
- to calumniate, to slander, defame, to blacken, to traduce
- kara çalmak
- smut
- kara çalmak
- slander
- kara çalmak
- to slander
- kara çalmak için yazılan mektup
- poison pen letter
- karnı zil çalmak
- feel peckish