Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband.
- Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.
I want to bring up my son as my father did me.
- Babamın beni yetiştirdiği gibi oğlumu yetiştirmek istiyorum.
How does he bring up his children?
- O, çocuklarını nasıl yetiştiriyor?
Tea is widely grown in India.
- Çay geniş ölçüde Hindistan'da yetiştirilir.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
If you hurry, you will soon overtake her.
- Eğer acele edersen yakında ona yetişirsin.
If you hurry, you will overtake him.
- Acele edersen ona yetişirsin.
I quickened my steps to catch up with her.
- Ona yetişmek için adımlarımı hızlandırdım.
I had to run to catch up with Tom.
- Tom'a yetişmek için koşmak zorunda kaldım.