Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
Lonesome George passed away.
- Yalnız George vefat etti.
The giant tortoise Lonesome George has died on the Galapagos Islands.
- Dev kaplumbağa Yalnız George, Galapagos Adaları'nda öldü.
The old man lives alone.
- Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
She likes walking alone.
- O yalnız yürümeyi sever.
One cannot live solely on air and love.
- Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
Only six people were present at the party.
- Partide yalnızca altı kişi vardı.
AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
- Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
She led a solitary life.
- O yalnız bir hayat sürdü.
She likes to go for solitary walks.
- O, yalnız başına yürüyüşe çıkmayı sever.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
This city is cold and lonely without you.
- Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.
She lived a lonely life.
- Yalnız bir hayat yaşadı.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
Now that you are single again, how about poker this weekend?
- Madem ki yine yalnızsın, bu hafta sonu pokere ne dersin?
Mary is a single mom.
- Mary yalnız bir anne.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Do you swear to tell the truth and nothing but the truth?
- Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?
It was nothing but coincidence.
- Bu yalnızca tesadüftü.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
One cannot live solely on air and love.
- Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
Are you going on holiday by yourself? No, my problems are coming with me.
- Tatile yalnız başına mı gidiyorsun? Hayır, problemlerim benimle birlikte geliyorlar.
Did you study by yourself?
- Eğitimi yalnız mı yaptınız?
Some read books just to pass time.
- Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
They just wanted to be left alone.
- Sadece yalnız bırakılmak istediler.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
If I heard a noise in the kitchen but was home alone, I would go to see what happened.
- Mutfakta bir gürültü duysam fakat evde yalnız olsam, ne olduğunu görmek için giderim.
He not only speaks French, but he speaks Spanish, too.
- Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.