It's against my rules to compromise.
 - Uzlaşmak benim kurallarıma aykırıdır.
We have no choice but to compromise.
 - Uzlaşmaktan başka seçeneğimiz yok.
Reconciliation among religions is the foundation of world peace.
 - Dinler arasındaki uzlaşma dünya barışının temelidir.
Many leaders supported the compromise.
 - Birçok lider uzlaşmayı destekledi.
Tom seems unwilling to compromise.
 - Tom uzlaşmak için isteksiz görünüyor.
After much negotiation, the two sides in the dispute reached a compromise.
 - Görüşmelerden sonra iki taraf, anlaşmazlık konusunda bir uzlaşmaya vardılar.
Dan and Linda reconciled.
 - Dan ve Linda yeniden uzlaştı.
Sami and Layla decided to reconcile.
 - Sami ve Leyla uzlaşmaya karar verdiler.
Sami had no intention of reconciling with Layla.
 - Sami'nin Leyla ile uzlaşmak gibi bir niyeti yoktu.
Sami had no intention of reconciling with Layla.
 - Sami'nin Leyla ile uzlaşmak gibi bir niyeti yoktu.
We need to come to an agreement.
 - Uzlaşmamız gerekiyor.
We're all in agreement about that.
 - Bu konuda hepimiz uzlaşma içindeyiz.