Onun bürosunu bulmak kolaydı.
 - Finding her office was easy.
Onun ofisini bulmak kolaydı.
 - It was easy to find his office.
Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
 - After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
Onun ofisini bulmak kolaydı.
 - It was easy to find his office.
O eski kitap gerçek bir keşiftir.
 - That old book is a real find.
O bulgular benim kendi gözlemlerimle eşleşiyor.
 - Those findings match my own observations.
Çoğu bilim adamı, onun bulgusunun birazını düşünür.
 - Most scientists think little of his finding.
Kahve bir kızın ilk buluşmasındaki öpücük kadar sıcak, o gece kızın kucağı kadar yumuşak ve annesinin kızı bulduğu zaman ettiği küfürler kadar siyah olmalıdır.
 - The coffee has got to be as hot as a girl's kiss on the first date, as sweet as those nights in her arms, and as dark as the curse of her mother when she finds out.
Onun görünümünü çekici bulurum.
 - I find her appearance attractive.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
 - Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Fadıl'ın, çocuklarına bakmak için bir iş bulması gerekiyordu.
 - Fadil needed to find a job to support his children.
Eğer bir şey bulmak istiyorsan, bakmak gibi bir şey yoktur.
 - There is nothing like looking, if you want to find something.