The room was jam-packed with reporters waiting for the press conference to begin.
- Oda basın konferansının başlamasını bekleyen muhabirlerle tıka basa doluydu.
There were some guests waiting in the drawing room.
- Çizim odasında bekleyen bazı misafirler vardı.
The math homework proved to be easier than I had expected.
- Matematik ev ödevi beklediğimden daha kolay çıktı.
The number of students who were late for school was much smaller than I had expected.
- Okula geç kalan öğrencilerin sayısı beklediğimden çok daha azdı.
Can you hold on a little longer?
- Biraz daha bekler misiniz?
If you hold on a moment, I will get Jane on the phone.
- Eğer biraz beklerseniz, Jane'i telefona alacağım.
Hang on till I get to you.
- Seni alana kadar bekle.
Hang on a minute. There's quite a few black chess pieces over there.
- Biraz bekleyin. Orada fazlasıyla siyah satranç taşı var.
I'll wait here until she comes.
- O gelene kadar burada bekleyeceğim.
Please wait half an hour.
- Lütfen yarım saat bekle.
Students are expected to stay away from dubious places.
- Öğrencilerin şüpheli yerlerden uzak kalması bekleniyor.
It is expected that the tsunami surge will be ten meters or less.
- Tsunami dalgalarının on metre ya da daha az olacağı beklenmektedir.
Tom hit the pause button.
- Tom bekletme butonuna bastı.
Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it.
- Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.
We men are used to waiting for the women.
- Biz, erkekler kadınları beklemeye alışığız.
Five patients were in the waiting room.
- Bekleme salonunda beş hasta vardı.
Awaiting your quick response . . .
- Hızlı yanıtın bekleniyor.
Tom wasn't awaiting me.
- Tom beni beklemiyordu.
We need to bide our time.
- Zamanımızı beklemeliyiz.
We just need to bide our time.
- Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.
We can hardly wait for the party on Friday.
- Cuma günkü partiyi bekleyemeyiz.
Please wait for me at the station.
- Lütfen beni istasyonda bekleyin.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
We always look forward to Tom's annual visit.
- Tom'un yıllık ziyaretini her zaman sabırsızlıkla bekleriz.
I'll look forward to it.
- Onu sabırsızlıkla bekleyeceğim.