i̇çmek

listen to the pronunciation of i̇çmek
التركية - الإنجليزية

تعريف i̇çmek في التركية الإنجليزية القاموس.

içmek
drink

We have to stop him from drinking any more. - Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.

Drinking much is dangerous. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

ant içmek
vow
interior

He studied interior decoration. - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.

She has aspirations to become an interior decorator. - Onun iç dekaratör olma özlemleri var.

{s} domestic

Would domestic peace be plunged into jeopardy? - İç barış tehlikeye girer mi?

I prefer to buy domestic rather than foreign products. - Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.

inner

Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life. - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

{s} internal

The ministry administers the internal affairs. - Bakanlık iç işlerini yönetir.

Tom is bleeding internally. - Tom'un iç kanaması var.

içmek
(sağlığa vb.) propose
içmek
to eat (soup)
içmek
have a drink

Would you like to go out to have a drink somewhere? - Bir yerde içki içmek için dışarı çıkmak ister misiniz?

I would like to go and have a drink. - Gitmek ve bir içki içmek istiyorum.

içmek
pull
içmek
to drink alcoholic beverages, drink, imbibe. içtikleri su ayrı gitmemek to be very close friends
içmek
to drink, imbibe, consume (something) by drinking it
içmek
(çorba) eat
içmek
imbibe
içmek
(for something) to absorb, drink, drink up (fluid): Toprak suyun hepsini içti. The soil absorbed all of the water
içmek
knock back
içmek
swig
içmek
slosh down
içmek
slosh
içmek
indulge
içmek
belt down
içmek
to drink, to have, to consume, to imbibe; to smoke, to puff
{i} inside

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

intrinsic
azar azar içmek
sip
interrior
bol bol içmek
swill
hızlı içmek
guzzle
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous. - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

indoor

I stayed indoors because it rained. - Yağmur yağdığı için evde kaldım.

Tom sometimes wears sunglasses indoors. - Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.

içmek
dispose of
içmek
smoke

She stopped to smoke. - O, sigara içmek için durdu.

It is not good for the health to smoke too much. - Çok fazla sigara içmek sağlık için iyi değil.

içmek
(deyim) bend one's elbow
kahve içmek
drink coffee
pipo içmek
smoke a pipe
sigara içmek
smoke a cigarette
yemek içmek
touch
{f} swig

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

in
knock back
{i} within

She will be back within a week. - O bir hafta içinde geri dönecek.

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

Do you have alcohol-free drinks? - Alkolsüz içecekleriniz var mı ?

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

quaff
{f} drinking

Drinking much is dangerous. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

We have to stop him from drinking any more. - Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.

drank

After taking a bath, I drank some soft drink. - Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.

To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have. - Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

içmek
have

I would like to have some water. - Biraz su içmek istiyorum.

I'd like to have another cup of coffee. - Bir fincan kahve daha içmek istiyorum.

içmek
partake
sigara içmek
smoke

It is not good for the health to smoke too much. - Çok fazla sigara içmek sağlık için iyi değil.

You must go outside if you want to smoke. - Sigara içmek istiyorsan, dışarı çıkmalısın.

stuffing
bowels
istekle ve çabucak yemek veya içmek
quickly and eagerly to eat or drink
içmek
drink to

I don't want to drink too much coffee. - Çok fazla kahve içmek istemiyorum.

Have you had anything to drink tonight? - Bu gece içmek için bir şey aldın mı?

içmek için şarap satın almak
buy wine to drink
yiyip içmek
junket
çorba içmek
to drink soup
alkol içmek
drink alcohol
ant içmek
to take an oat, to swear an oath
ant içmek
take an oath
ant içmek
(Hukuk) to take an oath
ant içmek
to take an oath, promise solemnly, make a solemn promise
ant içmek
swear
ant içmek
swear an oath
ayyaş gibi içmek
tope
baca gibi sigara içmek
(deyim) smoke like a chimney
bir dikişte içmek
toss off
bir dikişte içmek
quaff off
bir dikişte içmek
drink off
bir yudumda içmek
swig
bira içmek
have a beer
bira içmek
drink a beer
burada sigara içmek yasak
Smoking is not allowed
bütün gece içmek
(deyim) go on a bat
büyük yudumlarla içmek
quaff
doyasıya içmek
to drink one's fill
el ağzı ile çorba içmek
to adopt the views of another as one's own
esrar içmek
smoke weed
esrar içmek
(Argo) toke
fosur fosur içmek
to smoke noisily
höpür höpür içmek
to guzzle
höpürdeterek içmek
slop
höpürdeterek içmek
slurp
höpürdeterek içmek
slop up
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

No one seems to have the guts to do that anymore. - Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

The civil war in Greece ended. - Yunanistan'da iç savaş sona erdi.

There was a danger of civil war. - Bir iç savaş tehlikesi vardı.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill. - Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

Smoking can cause breast cancer. - Sigara içmek meme kanserine neden olabilir.

2005 was a bad year for music sector. Because Kylie Minogue caught breast cancer. - 2005, müzik sektörü için kötü bir yıldı. Çünkü Kylie Minogue meme kanserine yakalandı.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içki içmek
have a wet
içki içmek
wet one's whistle
içki içmek
to drink, to tipple
içki içmek/kullanmak
to drink (habitually)
içme
swig

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

içme
drinking

We have to stop him from drinking any more. - Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.

It's possible that the drinking water has chlorine, lead, or similar contaminants in it. - İçme suyunda klor, kurşun ya da benzer kirletici madde bulunması mümkün.

içme
drinking; mineral spring
içme
potation
içme
absorb

Absorbing information on the internet is like drinking water from a fire hydrant. - İnternette bilgi çekmek yangın musluğundan su içmek gibidir.

içmek
{i} drinking

Drinking on an empty stomach is bad for your health. - Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır.

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

içmek
sosk
içmek
booze

Booze is the answer, but now I can't remember the question. - İçki içmek cevaptır ama şimdi soruyu hatırlayamıyorum.

içmek
carouse
içmek
quaff
içmek
absorb

Absorbing information on the internet is like drinking water from a fire hydrant. - İnternette bilgi çekmek yangın musluğundan su içmek gibidir.

içmek
suck
içmek
inhale
kalaylı kaptan su içmek
to marry a woman related to one; to marry a girl one knows everything about
kana kana içmek
to quaff
kana kana içmek
quaff
kaşıkla içmek
sup
ne içmek istersiniz
What would you like to drink
oburca içmek
guzzle
sağlığına içmek
pledge one's health
sağlığına içmek
toast
sağlığına içmek
to toast, to drink to the health of
sigara içmek
have a smoke
sigara içmek
indulge
sigara içmek
to smoke (a cigarette)
son damlasına kadar içmek
drain to the dregs
son damlasına kadar içmek
drink to the lees
su içmek gibi very easy, as easy as taking candy
from a baby
sulu alkol içmek
grog
sürekli içmek
(Konuşma Dili) like one's bottle
sıhhatine içmek
to drink a toast to, to toast
sık sık içmek
tipple
yalayarak içmek
lap
yiyip içmek
to eat and drink
yudum yudum içmek
sup out
yudum yudum içmek
sip

I had to sip the coffee because it was too hot. - Kahveyi yudum yudum içmek zorunda kaldım, çünkü çok sıcaktı.

yudum yudum içmek
sup off
çok içmek
bib
çok içmek
drink heavily
çok içmek
swill
çok içmek
lush
çok içmek
drink deeply
çok içmek
tope
çok içmek
drink a lot
çok içmek
soak
çok içmek
liquor up
çubuk içmek
to smoke a long pipe
üstüne bir bardak su içmek
whistle for smth
şapır şupur içmek
lap
şapırdatarak içmek
lap up
şarap içmek
wine

I'd like to have a glass of wine. - Bir bardak şarap içmek istiyorum.

He would drink a white or red wine. - O beyaz ya da kırmızı şarap içmek istiyordu.

şerefine içmek
toast
şerefine içmek
pledge one's health
şerefine içmek
to drink a toast to
şerefine içmek
pledge
şerefine içmek
drink
التركية - التركية
parlatmak
(Osmanlı Dönemi) NEŞEF
tüttürmek
içmek
İçki kullanmak
içmek
Sigara, nargile vb.nin dumanını içe çekmek: "Evinden pek seyrek zamanlarda içtiği nargilesini istedi."- H. E. Adıvar
içmek
İçine çekmek, emmek
içmek
Sigara, nargile vb.nin dumanını içe çekmek
içmek
Bir şey bir sıvıyı içine çekmek, emmek. İçki kullanmak: "O akşam saat ikiye kadar içtiler."- Ö. Seyfettin
içmek
Bir sıvıyı ağza alıp yutmak: "Bir oluktan buz gibi bir su içtik."- S. F. Abasıyanık
içmek
Bir sıvıyı ağza alıp yutmak
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Portakallar yüksek vitamin muhtevasına sahiptir. - Portakalların yüksek vitamin içeriği vardır.

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
içme
İçmek işi: "Lokantaya bir iki kadeh rakı içmeye giderdi."- A. Ş. Hisar. İçmeler
içme
bakınız: İçmeler
içme
İçmek işi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
İçme
(Osmanlı Dönemi) CEZB
İçme
(Osmanlı Dönemi) İGTİLAL
الإنجليزية - التركية

تعريف i̇çmek في الإنجليزية التركية القاموس.

nargile içmek
having hubble-bubble
i̇çmek
المفضلات