Çoğu kişi geçimleri için çalışmak zorunda.
 - Most people have to work for their livelihood.
O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
 - It's a living being, so of course it shits.
İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
 - So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
 - Tom spent years living on the streets of Boston.
Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam.
 - I can't spend the rest of my life living with Tom.
Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
 - Tímea is a Hungarian living in Poland.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
 - No living thing could live without air.
Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor.
 - Tom started to feel like his life wasn't worth living.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
 - Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.