the state of one who, or that which, lives; lives; life; existence

listen to the pronunciation of the state of one who, or that which, lives; lives; life; existence
İngilizce - Türkçe

the state of one who, or that which, lives; lives; life; existence teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

living
{s} canlı

O, büyük babanın canlı görüntüsüdür. - It's the living image of your grandfather.

İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak. - So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim. - I spent a week in Berlin living with a German family.

Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam. - I can't spend the rest of my life living with Tom.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Londra'da yaşayan bir arkadaşım var. - I have a friend living in London.

Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir. - Most living creatures in the sea are affected by pollution.

living
geçinme

Tom bir sokak müzisyeni olarak geçinmeyi zor buldu. - Tom found it hard to make a living as a street musician.

Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun? - Do you know what Tom does for a living?

living
sağ

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

living
{s} yaşayanlara özgü
living
tıpkı
living
{i} hayat

Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor. - He earns his living by teaching English.

Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor. - Tom started to feel like his life wasn't worth living.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Yalnız yaşamaya alışkın. - She is used to living alone.

Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum. - I like living with you.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

Tom geçimini neyle sağlar? - What does Tom do for a living?

living
{i} yaşam tarzı

Sizinle yaşamamın yaşam tarzınızı etkilediğini düşünüyorum. - I think my living with you has influenced your way of living.

Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum. - I'm living a secular lifestyle.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
İngilizce - İngilizce
living