zamanda

listen to the pronunciation of zamanda
Турецкий язык - Английский Язык

Определение zamanda в Турецкий язык Английский Язык словарь

aynı zamanda
at the same time

Don't all speak at the same time. - Hepiniz aynı zamanda konuşmayın.

I like him, but at the same time I don't really trust him. - Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.

zaman
date

I've always dated older women. - Her zaman yaşlı kadınlarla flört ettim.

Have a good time on your date. - Randevunda iyi zaman geçir.

zaman
time

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

Imagine that you had a time machine. - Bir zaman makinen olduğunu hayal et.

zaman
tense

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist. - Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.

zaman
moment

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

zaman
hour

When I was a child, I spent many hours reading alone in my room. - Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa ingilizceyi çevirmek iki saatten daha fazla zamanımı aldı.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
size uygun gelen bir zamanda
at your convenience
yakın zamanda
newly
zaman
bout
zaman
while

He always sings while having a shower. - O her zaman duşta şarkı söyler.

He kept smoking all the while. - O her zaman sigara içmeye devam etti.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

zaman
geol. era
zaman
season

When will the rainy season be over? - Yağışlı sezon ne zaman bitecek?

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

zaman
when

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

zaman
sands
fakat aynı zamanda
but at the same time
ileriki bir zamanda
future
istenilen zamanda
at will
size uygun bir zamanda
at your convenience
sonraki bir zamanda
at a later time
zaman
reign

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

He doesn't travel much apart from occasional business trips. - O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

zaman
age

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period. - Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

I'm sick and tired of you always parking in my space. - Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.

You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time. - Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.

zaman
times

There were no radios in those times. - O zamanlar hiç radyo yoktu.

In Viking times Greenland was greener than today. - Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
aynı yerde aynı zamanda
same time same place
aynı yerde aynı zamanda
at the same time, same place
en yakın zamanda
soon
yakın zamanda
in the near future

We wish to invite Peter to Japan in the near future. - Yakın zamanda Peter'ı Japonya'ya davet etmeyi istiyoruz.

zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

The event was forgotten in progress of time. - Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.

He will learn the facts in the course of time. - O zaman içerisinde gerçekleri öğrenecek.

zaman
to time
aynı zamanda
1. at the same time, simultaneously: Alp ve Aslan aynı zamanda doğdu. Alp and Aslan were born at the same time. 2. at the same time, yet, however, nevertheless: O hafta briç turnuvasına katıldı, aynı zamanda bütün sınavlarını büyük bir başarıyla verdi. That week he played in the bridge tournament, at the same time he passed all his exams with high marks
aynı zamanda
therewithal
aynı zamanda olan
simultaneous
aynı zamanda olma
simultaneity
aynı zamanda olmayan
asynchronous
aynı zamanda yaşamış olan kimse
contemporary
başka zamanda
otherwhile
böyle bir zamanda
at such a time
en kısa zamanda
at the earliest
en kısa zamanda, mümkün olduğunca çabuk
(Askeri) as soon as possible
gelecek zamanda süreklilik
(Dilbilim) future continuous tense
hepsi aynı zamanda
all in unison
kısa zamanda
in a little while
kısa zamanda katetmek
eat up
müsait bir zamanda
in due season
ne kadar zamanda iyileşebilirim
How long will it take to recover
o zamanda
thereat
o zamanda önce
by that time
sizce en uygun zamanda
(Ticaret) at your earliest convenience
uygun bir zamanda
in due season
uygunsuz bir zamanda
at an unearthly hour
uygunsuz zamanda
untimely
yakın zamanda
1. not long ago, recently. 2. soon, in a short time
yakın zamanda olma
recency
zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

What time of year do you usually like to spend time on the beach? - Yılın hangi zamanında genellikle sahilde zaman geçirmek istersin?

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.

Английский Язык - Английский Язык

Определение zamanda в Английский Язык Английский Язык словарь

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение zamanda в Турецкий язык Турецкий язык словарь

ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
aynı zamanda
Hem de, bununla birlikte
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit