yoğunlaşma

listen to the pronunciation of yoğunlaşma
Турецкий язык - Английский Язык
condensation
thickening
polarity
{i} concentration
concentrate

You must concentrate entirely on your recovery. - Sen tamamen iyileşmen üzerine yoğunlaşmalısın.

I'm trying to concentrate. - Yoğunlaşmaya çalışıyorum.

(Havacılık) curing
{i} condensing
(Nükleer Bilimler) densification
(Nükleer Bilimler) densify
yoğun
intense

Art is the most intense mode of individualism that the world has known. - Sanat dünyanın bildiği bireyciliğin en yoğun biçimidir.

Far from stopping, the storm became much more intense. - Fırtınanın durması söyle dursun, çok daha fazla yoğunlaştı.

yoğun
dense

He has a very dense beard. - Onun çok yoğun bir sakalı var.

Earth is the densest planet of the Solar System. - Dünya güneş sisteminin en yoğun gezegenidir.

yoğun
intensive

The hospital restricts the number of visitors who can enter the intensive care unit. - Hastane yoğun bakım ünitesine girebilen ziyaretçi sayısını kısıtlıyor.

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

yoğunlaşmak
concentrate

I have to concentrate on my work. - İşim üzerine yoğunlaşmak zorundayım.

I want to concentrate on that. - Onun üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

yoğunlaşma bulutu
condensation cloud
yoğunlaşma izi: bazı şartlar altında uçuş halindeki bir füze veya diğer araç ger
(Askeri) condensation trail
yoğunlaşma katsayısı
condensation coefficient
yoğunlaşma noktası
dew point
yoğunlaşma çekirdeği
condensation nucleus
yoğunlaşmak
{f} condense
yoğun
{s} hectic

Mary has a hectic schedule. - Mary'nin yoğun bir programı var.

Tom had a hectic week. - Tom yoğun bir hafta geçirdi.

yoğun
thick

Boil the soup down until it becomes thick. - Çorba yoğunlaşana kadar kaynatın.

Because of the thick fog, the street was hard to see. - Yoğun sis nedeniyle, sokağı görmek zordu.

yoğun
rush hour

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

It's almost rush hour. - Neredeyse yoğun saatler.

yoğun
extensive

She was burned so extensively that her children no longer recognized her. - O kadar yoğun yandı ki çocukları onu artık tanımadı.

Extensive rainfall is expected throughout the region. - Bölgede yoğun sağanak bekleniyor.

yoğun
{s} busy

I have rather a busy afternoon in front of me. - Önümde oldukça yoğun bir öğleden sonram var.

I've had a very busy morning. - Çok yoğun bir sabah geçirdim.

yoğun
{s} rich
yoğunlaşmak
intensify
yoğunlaşmak
(Denizbilim) condence
yoğunlaşmak
concentrate on

I have to concentrate on my work. - İşim üzerine yoğunlaşmak zorundayım.

I want to concentrate on boxing. - Boks üzerine yoğunlaşmak istiyorum.

yoğun
concentrated

Tom concentrated on his work. - Tom işine yoğunlaştı.

I concentrated all my energies on the problem. - Tüm enerjimi sorun üzerinde yoğunlaştırdım.

yoğun
dense, thick; concentrated; intense, intensive, crash
yoğun
compact
yoğun
crash

There was a chain-reaction crash during rush hour. - Yoğun trafikteki zincirleme bir kazaydı.

yoğun
heavy

He took a detour to avoid the heavy traffic. - Yoğun trafikten kaçınmak için tali yoldan gitti.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

yoğun
intensively

I've started exercising more intensively for a shorter amount of time. - Ben kısa bir süre için daha yoğun egzersiz yapmaya başladım.

We need to work more intensively and effectively. - Daha yoğun ve etkili çalışmamız gerekiyor.

yoğun
mass
yoğun
profound
yoğun
(Tıp) condense

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
condensed

A cloud is condensed steam. - Bir bulut, yoğunlaşmış subuharıdır.

yoğun
packing
yoğunlaşmak
become intense
yoğunlaşmak
centre
yoğunlaşmak
(Denizbilim) condensed
yoğun
condensate
yoğun
deep

We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow. - Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.

yoğun
hard

John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while. - John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.

We were late for school because it was raining hard. - Yoğun yağmur yağdığı için okula geç kaldık.

biyo yoğunlaşma faktörü
(Jeoloji) bioconcentration factor
yoğun
pea soupy
yoğun
dense; thick
yoğun
concentrated, intense, intensive
yoğun
gross
yoğun
turbid
yoğun
stiff
yoğun
crashing
yoğun
rushhour
yoğun
keen
yoğunlaşmak
to become dense, to condense, to thicken; to become intense, to intensify
yoğunlaşmak
centre [Brit.]
yoğunlaşmak
to become dense, densen; to become thick, thicken
yoğunlaşmak
to become intense, intensify; to increase, step up
yoğunlaşmak
thicken
yoğunlaşmak
zoom
yoğunlaşmak
center
yoğunlaşmak
zero in on
yoğunlaşmak
precipitate
Турецкий язык - Турецкий язык
Buharın sıvı veya katı duruma geçmesi
Yoğunlaşmak işi
Birden çok molekülün genellikle su yitirerek bir tek moleküle dönüşmesi olayı
Yoğun
ağır
Yoğun
derin
Yoğun
kesif
Yoğun
sıkı
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) UKD
Yoğun
(Osmanlı Dönemi) ACÜR
Yoğunlaşmak
tekasüf etmek
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır koku vb
yoğun
Etkisi güçlü olan, ağır
yoğun
Kaba, kalın, iri
yoğun
Şişman, iri, tombul
yoğun
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Kaba, kalın, iri (elek, iğne). Şişman, iri, tombul: "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..."- A. İlhan
yoğun
Hacmine oranla, ağırlığı çok olan, kesif
yoğun
tmış, çoğalmış bir durumda olan
yoğun
Koyu, ağır, kalın
yoğun
Dolu, sıkı, çok
yoğunlaşmak
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek: "Atlar benekli bir yıldız alacasında, şehit cesetlerinden yoğunlaşmış bir kokuyu, kalın bir sis gibi dağıta dağıta ilerliyorlardı."- A. İlhan
yoğunlaşmak
Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek
yoğunlaşma
Избранное