true-to-life

listen to the pronunciation of true-to-life
Английский Язык - Турецкий язык

Определение true-to-life в Английский Язык Турецкий язык словарь

living
{s} canlı

İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak. - So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.

Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir. - Most living creatures in the sea are affected by pollution.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim. - I spent a week in Berlin living with a German family.

Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur. - Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır. - Tímea is a Hungarian living in Poland.

Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı. - No living thing could live without air.

living
geçinme

Onlar geçinmeyi zor buldu. - They found it difficult to earn a living.

Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor. - Tom doesn't know what Mary does for a living.

living
sağ

Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor. - He makes a living as a salesman.

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

living
{s} yaşayanlara özgü
true to life
gerçek hayatta olduğu gibi
living
tıpkı
living
{i} hayat

Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor. - Tom started to feel like his life wasn't worth living.

Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz. - Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi. - I think that our living together has influenced your habits.

Yalnız yaşamaya alışkın. - She is used to living alone.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

living
{i} yaşam tarzı

Yeni yaşam tarzına alıştı. - He got accustomed to the new way of living.

Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum. - I'm living a secular lifestyle.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
true to life
yaşanmış
true to life
gerçek hayattaki gibi
Английский Язык - Английский Язык
representing things or actions or conditions as they actually are; "the novel about ghetto life was true to life"; "true-to-life duck decoys"
Of a model: Having the same dimensions as the original
living
loyal to life, genuine
representing things or actions or conditions as they actually are; "the novel about ghetto life was true to life"; "true-to-life duck decoys"
true-to-life
Избранное