In retrospect, Tom realized he shouldn't have been dating both sisters at the same time.
- Geriye dönüp baktığında, Tom her iki kız kardeşle aynı zamanda flört etmemesi gerektiğini anladı.
Don't all speak at the same time.
- Hepiniz aynı zamanda konuşmayın.
Tom likes not only Mary but Alice as well.
- Tom sadece Mary'yi değil aynı zamanda Alice'i de sever.
What I have learnt is not just the Chinese language, but something about the country itself as well.
- Sadece Çince dilini değil ama aynı zamanda ülkenin kendisi hakkında da bir şeyler öğrendim.
Tom isn't just my boss. He's my friend, too.
- Tom sadece benim patronum değil. Aynı zamanda arkadaşım da.
It's not just Tom that has to study. I have to study, too.
- Sadece Tom değil aynı zamanda ben de çalışmak zorundayım.
He is a scholar and a musician simultaneously.
- O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
The singer is famous not only in Japan but also in Europe.
- Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.
Apart from English, he also teaches math.
- İngilizcenin dışında, aynı zamanda matematik öğretir.
You can't do two things at once.
- Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
We are both to blame.
- Sadece siz değil aynı zamanda ben de suçlanmalıyım.
In retrospect, Tom realized he shouldn't have been dating both sisters at the same time.
- Geriye dönüp baktığında, Tom her iki kız kardeşle aynı zamanda flört etmemesi gerektiğini anladı.