Definition of zaman%c4%b1nda in Turkish English dictionary
- zaman
- date
Have a good time on your date.
- Randevunda iyi zaman geçir.
I once dated a girl just like Mary.
- Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.
- zaman
- time
What are the measures of time?
- Zamanın ölçüsü nedir?
Some read books just to pass time.
- Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
- her zaman
- always
You're always singing.
- Her zaman şarkı söylüyorsun.
I always get up at six.
- Her zaman altıda kalkarım.
- ne zaman
- when
When will you return?
- Ne zaman geri döneceksin?
Did the error occur right from the start or later on? - When?
- Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?
- şimdiki zaman
- present
There's no time like the present.
- Şimdiki zaman gibi zaman yok.
There is no heaven or hell. We can only live in the present.
- Cennet ya da cehennem yoktur. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz.
- zaman
- tense
Tom says that he always feels tense when Mary is in the room.
- Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.
Relations between China and Japan have been tense recently.
- Çin ve Japonya arasındaki ilişkiler son zamanlarda gergin olmuştur.
- zaman ayırabilmek
- afford
- zaman
- moment
I'll talk to him at the earliest possible moment.
- Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.
Please drop in at my house when you have a moment.
- Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.
- zaman
- hour
George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
- George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
When I was a child, I spent many hours reading alone in my room.
- Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.
- zaman
- time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
- zaman
- cycle
- zaman
- geol. era
- zaman
- day
I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times.
- Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.
I read a newspaper every day so that I may keep up with the time.
- Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.
- zaman
- bout
- zaman
- free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
- zaman
- whilst
- zaman
- while
He always sings while having a shower.
- O her zaman duş alırken şarkı söyler.
He always sings while having a shower.
- O her zaman duşta şarkı söyler.
- zaman
- when: geldiği zaman when he came
- zaman
- mus. time, meter, rhythm
- zaman
- the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
- zaman
- father time
- zaman ayırmak
- allow time
- zaman aşıldı
- time is over
- zaman aşımı
- negative prescription
- zaman aşımı
- (Hukuk) prescription
- zaman aşımı ile hak kazanmak
- prescribe
- zaman aşımı ile kazanılan hak
- prescription
- zaman aşımı ile kazanılan hak
- positive prescription
- zaman aşımı ile kazanılmış
- prescriptive
- zaman aşımı süresi
- (Hukuk) expiry date
- zaman aşımı süresinin uzaması
- (Hukuk) extension (of a time limit, of a deadline)
- zaman aşımına uğramak
- lapse
- zaman aşımına uğramak
- prescribe
- zaman geçirmek
- spend
- zaman içinde
- (deyim) in due course
- zaman kaybı
- leeway
- zaman kaybını telâfi etmek
- make up for lost time
- zaman zaman
- from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often
- zaman
- season
When will the rainy season be over?
- Yağışlı sezon ne zaman bitecek?
When does the rainy season in Japan begin?
- Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?
- zaman
- sands
- zaman
- when
When will you return?
- Ne zaman geri döneceksin?
We'll do it when we have time.
- Zamanımız olduğunda onu yapacağız.
- zaman
- (Bilgisayar) timecard
- zaman
- (Tıp) chrono-
- zaman
- duration
- zaman
- times
He's behind the times in his methods.
- O metotlarında zamanın gerisindedir.
There were no radios in those times.
- O zamanlar hiç radyo yoktu.
- zaman
- space
Between space and time.
- Uzay ve zaman arasında.
If geometry is the science of space, what is the science of time?
- Geometri uzay bilimi ise, zaman bilimi nedir?
- zaman
- era
- zaman
- (Bilgisayar) time card
- zaman
- period
The students' lunch period is from twelve to one.
- Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.
Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
- Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
- zaman
- (Dilbilim) temporal
- zaman
- epoch
- zaman
- reign
There was a time when kings and queens reigned over the world.
- Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.
Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world.
- Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.
- zaman
- age
This part of the tune needs some real skill. It took me ages to learn how to play it on the piano.
- Bestenin bu bölümünün biraz gerçek beceriye ihtiyacı var.Bunun piyanoda nasıl çalınacağını öğrenmek uzun zamanımı aldı.
It's been quite ages since we last met.
- Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.
- zaman
- occasion
Even now there are occasional aftershocks.
- Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.
He doesn't travel much apart from occasional business trips.
- O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.
- zaman
- (Bilgisayar) time-scale
- zaman almak
- take (time)
- zaman almak
- occupy
- zaman ayarı
- timer
- zaman aşımı
- (Bilgisayar) timeouts
- zaman aşımı
- lapse
- zaman aşımı
- (Askeri) status of limitations
- zaman aşımı
- time-out
- zaman bazı
- (Askeri) time base
- zaman doldu
- time is up
- zaman dışı
- time out
- zaman farkı
- time difference
- zaman geçirmek
- while away
- zaman geçirmek
- spend time
- zaman geçirmek
- kill time
- zaman geçme
- lapse
- zaman kodu
- (Bilgisayar) timecode
- zaman planı
- schedule
- zaman uyumu
- (Bilgisayar) synchronization
- zaman üstü
- timelessness
- zaman
- time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
- zaman
- age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
- Zaman geçtikçe
- as time pass by
- zaman
- (a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
- zaman akışı
- When the flow
- zaman ayırma
- time allocation
- zaman ayırmak
- Allocate time
- zaman ayırmak
- Allow time, allocate time
- zaman eki
- When the attachment
- zaman harcama
- waste time
- zaman kaybetme
- time loss
- zaman kaybetmeden
- Without wasting time, not wasting time
Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.
- zaman kaybetmek
- lose time
- zaman kazanma
- to save time
- zaman rölesi
- (Elektrik, Elektronik) Time relay
- zaman tüneli
- time tunnel
- zaman zaman
- call me time to time
ara beni zaman zaman.
- zaman zarfı
- temporal adverb
- zaman adamı
- trimmer
- zaman aşımına uğramak
- (Hukuk) statute-barred (to be), time-barred by statute (to be)
- zaman aşımına uğramış
- outdated
- zaman belirten
- temporal
- zaman bölmeli arayüz kontrolörü
- (Askeri) time division interface controller
- zaman bölmeli arayüz modülü
- (Askeri) time division interface module
- zaman bölmeli bellek modülü
- (Askeri) time division memory module
- zaman bölmeli matrik
- (Askeri) time division matrix
- zaman bölüşümü
- time sharing
- zaman bırakmak
- to set aside time for, leave time for (something)
- zaman dilimleme
- time slicing
- zaman etüdü
- time study
- zaman kavramı
- time sense
- zaman kaybını telâfi etmek
- make up leeway
- zaman kazandıran
- timesaving
- zaman kazanmak
- to gain time, to buy time
- zaman kazanmak
- gain time
To gain time we took the plane.
- Zaman kazanmak için uçağa bindik.
- zaman kollamak
- to be on the lookout for a suitable opportunity, bide one's time
- zaman kısıtlaması
- guillotine
- zaman sabitesi
- time constant
- zaman safhalı kuvvet ve konuşlanma verisi
- (Askeri) time-phased force and deployment data
- zaman safhalı ulaşım istekleri listesi
- (Askeri) time-phased transportation requirements list
- zaman sana uymazsa sen zamana uy
- (Atasözü) If the times don't conform to you, then you should conform to the times
- zaman sınırlaması
- time limit
- zaman sınırı baskısı
- deadline pressure
- zaman vermek
- to set aside time (for) (something)
- zaman zaman
- from time to time, occasionally
- zaman zaman
- from time to time
I meet him from time to time.
- Ben zaman zaman onunla karşılaşırım.
I meet him at the club from time to time.
- Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.
- zaman zaman
- on and off
It was raining on and off all night long.
- Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.
Tom and Mary have been dating on and off for a year.
- Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.
- zaman zaman
- betweenwhiles
- zaman zaman
- in places
- zaman zaman
- betweentimes
- zaman zaman
- ever and anon
- zaman zaman
- now and again
- zaman zaman
- now and then
I fall asleep in the class every now and then.
- Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.
Tom hears from Mary every now and then.
- Tom zaman zaman Mary'den haber alır.
- zaman çizelgesi
- schedule
- zaman öldürmek
- dally
- zaman öldürmek
- idle about
- zaman öldürmek
- dally away
- zaman öldürücü
- kill time
- zaman ölçeği
- chronograph
- geçmiş zaman yerine kullanılan geniş zaman
- historical present
- kesin zaman ve zaman aralığı
- (Askeri) precise time and time interval