yaşama

listen to the pronunciation of yaşama
Turkish - English
living; survival
living

I love living with you. - Sizinle yaşamayı seviyorum.

She is used to living alone. - Yalnız yaşamaya alışkın.

exist

I'm sick of this hand-to-mouth existence. - Kıt kanaat yaşamaktan usandım.

Some Westerners no longer believe that their soul exists and that they have eternal life. - Bazı Batılılar ruhlarının var olduğuna ve sonsuz yaşama sahip olduklarına artık inanmıyorlar.

survival

Caribou can see ultraviolet light. This ability is crucial to their survival in a harsh Arctic environment. - Caribou ultraviyole ışığı görebilir. Bu yetenek sert Arktik ortamda yaşamaları için hayati önem taşımaktadır.

Fear is essential for survival. - Korku yaşamak için gereklidir.

(Ticaret) subsistence
yaşamak
live

I would like to live in the quiet country. - Sakin bir ülkede yaşamak istiyorum.

You must eat to live. You must not live to eat. - Yaşamak için yemelisin.Yemek için yaşamamalısın.

yaşama gücü
vitality
yaşama coşkusu
zest for life
yaşama döndürmek
resurrect
yaşama döndürmek
resuscitate
yaşama döndürmek
bestow hand on smb
yaşama döndürmek
restore smb. to life
yaşama gücü
vigor
yaşama gücü
vigour [Brit.]
yaşama gücü
stamina
yaşama sıkı sıkı sarılma
tenacity of life
yaşama sımsıkı sarılmış
tenacious of life
yaşama yüzdesi
survival percent
yaşamak
experience

I don't want to go through another experience like that. - Böyle başka bir deneyim yaşamak istemiyorum.

That's why I like traveling, and would like to experience many different cultures. - Bu nedenle seyahat etmeyi severim ve pek çok farklı kültürü yaşamak isterim.

ot gibi yaşama
vegetation
yaşa
{f} live

Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II. - Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.

Mike has a friend who lives in Chicago. - Mike'ın Şikago'da yaşayan bir arkadaşı var.

yaşamak
dwell
yaşamak
affect
yaşamak
exist

I'm sick of this hand-to-mouth existence. - Kıt kanaat yaşamaktan usandım.

yaşamak
to live; to exist; to inhabit, to dwell, to live; to experience, to live through; to lead a life of luxury, to lead a carefre life
yaşamak
{f} subsist
beklenen yaşama süresi
life expectancy
birlikte yaşama
living together
birlikte yaşama
cohabiting
yaşamak
live through
yaşa
{f} living

I like living with you. - Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.

I think that our living together has influenced your habits. - Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.

yaşamak
shift
yaşamak
come through
yaşamak
abide
yaşamak
know

Tom didn't know where Mary wanted to live. - Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyordu.

Layla knows she hasn't got long to live. - Leyla uzun süre yaşamak zorunda olmadığını biliyor.

apartman dairesinde yaşama
cliff dwelling
barış içinde bir arada yaşama ilkesi
(Hukuk) peaceful coexistence
başkasının sırtından yaşama
dependence
başkasının sırtından yaşama
dependance
beraber yaşama
cohabitation
bir arada yaşama
coexistence
birlikte yaşama
common marriage
birlikte yaşama
concubinage
birlikte-yaşama
(Jeoloji) mutualism
daha uzun yaşama
survival
dost hayatı yaşama
(Kanun) living in adultery
evlenmeden beraber yaşama
cohabitation
evlenmeden birlikte yaşama
free love
iyi yaşama
good living
kayalıklarda yaşama
cliff dwelling
köyde yaşama
rustication
muhtemel yaşama müddeti
(Ticaret) probable life
sürgünde yaşama
exile
sürü halinde yaşama
gregariousness
toplumdan uzak yaşama
seclusion
vahşi yaşama geri dönmüş
(hayvan) feral
yaşa
huzza
yaşa
Hurray!, Hooray!
yaşa
cheers
yaşa
long live

Long live the Soviet Union! - Çok yaşa Sovyetler Birliği!

Long live the Tatoeba Project! - Çok yaşa Tatoeba Projesi!

yaşa
viva
yaşa
whoopee
yaşa
hurray

Hurray! I have found it! - Yaşasın! Ben onu buldum!

yaşa
hooray
yaşa
hurrah
yaşa
know

Do you know where Miss Hudson lives? - Bayan Hudson'un nerede yaşadığını biliyor musunuz?

Did you know that some foxes lived on this mountain? - Bazı tilkilerin bu dağda yaşadığını biliyor muydun?

yaşa
inhabit

In this country, most of the inhabitants are Sunni Muslims. - Bu ülkede yaşayanların çoğu Sünni Müslümandır.

Indians inhabited this district. - Yerliler bu bölgede yaşadılar.

yaşa
subsist
yaşamak
taste
yaşamak
Well done!/Good for you! Yaşadık! We're in clover!/We've got it made!
yaşamak
to live in, inhabit
yaşamak
to have, experience, or enjoy (a period of time, spell of weather): Savaş yıllarını yaşadılar. They experienced the war years. Güzel bir sonbahar yaşıyoruz. We're enjoying a beautiful fall
yaşamak
Hurrah!/Hurray!/Bravo!
yaşamak
to live well, enjoy life; to live in clover, have it made. Yaşa!
yaşamak
inhabit
yaşamak
Thanks a lot!/Thanks a million!
yaşamak
to live on (a certain amount of money, food, etc.)
çıplak yaşama öğretisi
nudism
Turkish - Turkish
Yaşamak işi
yaşama gücü
Hayatın zorluklarına karşı mücadele etme gücü veya kuvveti
yaşama sevinci
Hâlinden, yaşantısından memnun olma duygusu
yaşama sevinci
Acıyı bal eylemek, sürekli hoşgörü içinde olmak
yaşama sevinci
Maddî, manevî mutluluk içinde devamlı yaşamak
yaşama uğraşısı
Yaşama çabası
yaşama çabası
Canlı varlıkların bulundukları çevrenin her türlü zorluğu karşısında yaşayabilmek için verdikleri savaş
yaşamak
Herhangi bir durumda bulunmak veya olmak
Yaşa
yaşasın
Yaşamak
muammer olmak
Yaşamak
(Osmanlı Dönemi) FEDM
Yaşamak
geçmek
Yaşamak
(Osmanlı Dönemi) FÜKUK
Yaşamak
(Osmanlı Dönemi) ASY
Yaşamak
durmak
ortak yaşama
Başka türden iki canlının dengeli ve sıkı bir iş birliği ile birbirinden yararlanarak yaşamaları durumu
yaşa
Hoşnutluk, sevinç gibi duyguları anlatmak için söylenir
yaşa
Hoşnutluk, sevinç gibi duyguları anlatmak için söylenir: "Ey vatan, ey mübarek vatan, bin yaşa."- T. Fikret
yaşamak
Canlılığını, hayatını sürdürmek; sağ olmak
yaşamak
Canlılığını, hayatını sürdürmek: "Hiçbir şey yaşarken daha önemli değildir."- A. İlhan
yaşamak
Varlık, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek
yaşamak
Oturmak, eğleşmek
yaşamak
Keyfi yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak
yaşamak
Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek
yaşamak
Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek: "Sen genç gibi yaşar, ihtiyar gibi ölürsün."- Ö. Seyfettin
yaşamak
Geçinmek
yaşamak
Sağ olmak
yaşamak
Sürmek, devam etmek
yaşamak
Varlığını sürdürmek
yaşamak
Görüp geçirmek, başından geçmek: "Balkan Savaşının bütün acılarını yaşamış bir ailenin kızıydı."- N. Cumalı
yaşamak
Varlıklı, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek: "Tek başına manevra yapan bir lokomotif rahatlığı ile hayatını yaşıyor."- H. Taner
yaşamak
Görüp geçirmek, başından geçmek
yaşamak
Oturmak,.eğleşmek