ver-

listen to the pronunciation of ver-
English - Turkish

Definition of ver- in English Turkish dictionary

<span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) sürüm

Eski sürümleri kontrol edin. - Check for old versions.

Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur. - The book is available in both hard and soft-cover versions.

firmware <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) ürün bilgisi sürümü
Turkish - Turkish

Definition of ver- in Turkish Turkish dictionary

A'<span class="word-self">VERspan>
(Osmanlı Dönemi) Tek gözlü. Bir gözü kör. Yek-çeşm.Âhirzamanda gelecek Süfyan adındaki bir zâlimden "Aver" diye rivayetlerde bahsedilmesi, sadece dünyayı görecek bir gözü olduğu ve âhireti görecek imân gözünün olmadığından kinayedir
<span class="word-self">VERspan>
(Osmanlı Dönemi) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver $ : Âlim. Suhan-ver $ : Edip, şâir
<span class="word-self">VERspan>
(Osmanlı Dönemi) (-) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver Âlim. Suhan-ver Edip, şâir
<span class="word-self">VERspan>'A
(Osmanlı Dönemi) Korkaklık, havf
Turkish - English

Definition of ver- in Turkish English dictionary

yol <span class="word-self">verspan>
Yield
boş <span class="word-self">verspan>
Forget it!/Never mind!
al gülüm <span class="word-self">verspan> gülüm
give and take
<span class="word-self">verspan>
give

Give it to me, please. - Onu bana ver, lütfen.

I will give you this book. - Bu kitabı sana vereceğim.

bilgi <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) get info
cevap <span class="word-self">verspan>
come in
grup adı <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) create names
güven <span class="word-self">verspan>
reassuring

That sounds reassuring. - O güven verici görünüyor.

The first paragraph is reassuring. - İlk paragraf güven vericidir.

hizmet <span class="word-self">verspan>
service
izin <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) allow

Talking in the library is not allowed. - Kütüphanede konuşmaya izin verilmiyor.

Allow me to introduce Mayuko to you. - Mayuko'yu sana tanıtmama izin ver.

izin <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) allow cookie
lezzet <span class="word-self">verspan>
flavour
liste <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) export list
son <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) dismiss
son <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) terminate

Mary terminated our friendship. - Mary dostluğumuza son verdi.

<span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) export

The export of arms was not allowed. - Silah ihracatına izin verilmedi.

Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback. - İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..

<span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) issue

I can't answer this question. I don't know anything about those issues. - Ben bu soruya cevap veremem. Bu konular hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

Thus, the ethical issue remains: Should cigarette makers be allowed to target global markets? - Bu yüzden, etik sorun devam ediyor: sigara üreticilerine hedef küresel pazarlara izin verilmeli mi?

<span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) export as
<span class="word-self">verspan> bana
(Argo) gimme
<span class="word-self">verspan> yansın etme
tirade
<span class="word-self">verspan>
{f} given

Allen was given a problem that was impossible to solve. - Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.

We tried to figure out the problem our professor had given us, but it seemed confusing. - Profesörün bize verdiği problemi çözmeye çalıştık fakat karışık görünüyordu.

<span class="word-self">verspan>
{f} rendering
<span class="word-self">verspan>
render

I cannot render a judgment on that. - Bu konuda bir karar veremiyorum.

<span class="word-self">verspan>
{f} giving

He responded by giving the OK gesture. - EVET işareti vererek yanıtladı.

The object flew away to the south, giving out flashes of light. - Nesne, yanıp sönen ışıklar vererek, güneye doğru uçtu.

<span class="word-self">verspan>
gave

She gave him a watch. - O, ona bir saat verdi.

My uncle gave him a present. - Amcam ona bir hediye verdi.

<span class="word-self">verspan>
{f} grant

Lincoln granted liberty to slaves. - Lincoln kölelere özgürlük verdi.

The college granted him a scholarship. - Üniversite ona bir burs verdi.

<span class="word-self">verspan>
brought forth
<span class="word-self">verspan>
mete out
<span class="word-self">verspan>
favour with
<span class="word-self">verspan>
bestow

That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine! - Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!

The college bestowed an honorary degree on him. - Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.

<span class="word-self">verspan>
bring forth
bana biraz zaman <span class="word-self">verspan>
give me some time
bana cevap <span class="word-self">verspan>
answer me
bana cevap <span class="word-self">verspan>
give me an answer
emniyet <span class="word-self">verspan>
given safety
haber <span class="word-self">verspan>!
notice!
sipariş <span class="word-self">verspan>
place an order

If we place an order for more than 20 units, would you reduce the price? - 20 kişiden fazla sipariş verirsek, fiyatta indirim yapıyor musunuz?

su <span class="word-self">verspan>
water
<span class="word-self">verspan>
granted

I took it for granted that she would agree with me. - Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.

He'll be granted American citizenship. - Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.

çocuğa iş <span class="word-self">verspan> sonra peşinden git
(Atasözü) Call a dog and bark yourself
adres <span class="word-self">verspan>
give address
bana <span class="word-self">verspan>
(Argo) gimme (give me)
form görünümüne izin <span class="word-self">verspan>
(Bilgisayar) allow form view
gözetle, belirle, karar <span class="word-self">verspan> ve işlet
(Askeri) observe, orient, decide, act
haber <span class="word-self">verspan>!
(Konuşma Dili) Give me the lowdown on ...!/Give me the news about ...!
haram helal <span class="word-self">verspan> Allahım, garip kulun yer Allahım
(Konuşma Dili) He will make a profit from anything, with no regard for right and wrong
ilave olarak <span class="word-self">verspan>
thrown in
karar <span class="word-self">verspan>, tespit et, teslim et ve değerlendir
(Askeri) decide, detect, deliver, and assess
kişi <span class="word-self">verspan> yer adlarının uydurulduğu roman
roman a clef
<span class="word-self">verspan>
seise
<span class="word-self">verspan>
favourwith
<span class="word-self">verspan>
reach

The people crowded round the injured man, but they made way for the doctor when he reached the scene of the accident. - İnsanlar yaralı adamın etrafına toplandılar fakat doktor olay yerine yaklaştığında ona yol verdiler.

Tom thought about reaching for his gun, but decided not to. - Tom silahına davranmayı düşündü fakat yapmamaya karar verdi.

<span class="word-self">verspan>
cede
<span class="word-self">verspan> parayı götür ürünü
(Ticaret) cash-and-carry
yol <span class="word-self">verspan> çizgisi
give way line