Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
 - Karam is the best student in the whole school.
Bütün pastayı yiyecek mi?
 - Will he eat the whole cake?
Tüm Dünya Zirve toplantısını izliyor.
 - The whole world is watching the summit conference.
O, yarışı birinci bitirdiğinde, tüm ülke için bir zaferdi.
 - It was a victory for the whole country when he finished first in the race.
Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
 - Tom remained wide awake the whole night.
Bu tamamen farklı bir mesele.
 - That's a whole different matter.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
 - The whole is greater than the sum of the parts.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
 - I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
Sağlığımı geri kazanmak tam bir yılımı aldı.
 - It took me a whole year to recover my health.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
 - Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
 - When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.