Tom Mary'nin kalbini kırmak istemiyordu.
 - Tom didn't want to break Mary's heart.
Peter vazoyu kırmak niyetinde değildi.
 - Peter didn't intend to break the vase.
Onlar şu anda bir mola veriyorlar.
 - They're having a break at the moment.
Oralarda bir yerde bir çay molası verelim.
 - Let's have a tea break somewhere around there.
Savaş çıksa ne yaparsın?
 - What would you do if war were to break out?
Tom, yataktan dışarı fırladı, bazı giysiler giyiverdi, kahvaltı yaptı ve on dakika içinde kapıdan çıktı.
 - Tom sprang out of bed, threw on some clothes, ate breakfast and was out of the door within ten minutes.
Bizim sosyal engelleri yıkmak için çok çalışmamız gerekmektedir.
 - We must work hard to break down social barriers.
Herkesin bir kırılma noktası var.
 - Everyone has a breaking point.
Bambu eğildi ama kırılmadı.
 - The bamboo gave but did not break.
Lütfen bu vazoyu kırmamak için dikkatli ol.
 - Please be careful not to break this vase.
O, oğlunun sigara içme alışkanlığı kırmaya çalıştı.
 - He tried to break his son's habit of smoking.
Bir kazma sert zemin yüzeyleri parçalamak için kullanılan uzun saplı bir araçtır.
 - A pick is a long handled tool used for breaking up hard ground surfaces.
She broke the vase.