suçlular

listen to the pronunciation of suçlular
Turkish - English

Definition of suçlular in Turkish English dictionary

suçlu
culprit

Now they will say that they've found the culprits. - Şimdi suçluları bulduklarını söyleyecekler.

Not all police investigations necessarily lead to the arrest of a culprit. - Tüm polis soruşturmaları mutlaka bir suçlu tutuklanmasına yol açmaz.

suç
crime

The police set out to solve the crime. - Polis, suçu çözmek için yola çıktı.

War is a crime against humanity. - Savaş, insanlık dışı bir suçtur.

suçlu
{s} guilty

He was guilty of making a mistake. - O, bir hata yapmaktan suçluydu.

He is guilty of stealing. - O çalmaktan suçludur.

suç
{i} offense

He was unaware of the enormity of the offense. - Suçun iğrençliğinden habersizdi.

This was Tom's third offense, so he was put in jail. - Bu Tom'un üçüncü suçuydu, bu yüzden hapse kondu.

suçlu
{i} criminal

Does prison reform criminals? - Cezaevi suçluları islah eder mi?

The police were able to find the criminal. - Polis suçluyu bulabildi.

suç ve suçlular
(Kanun) crime and criminals
suçlu
{i} offender

The more laws, the more offenders. - Yasalar ne kadar çoksa, suçlular da o kadar çoktur.

They've arrested a known previous offender. - Onlar aranan bir suçluyu tutukladılar.

suç
{i} blame

She consented to take the blame. - Suçu üstlenmeye razı oldu.

I don't blame you for the accident; it was not your fault. - Kaza için seni suçlamıyorum, senin hatan değildi.

suç
{i} culpability
suç
{i} error

To err is human. To blame somebody else for your errors is even more human. - Hatasız kul olmaz. hataların için başka birini suçlamak daha insanidir.

Don't blame him for the error. - Hata için onu suçlamayın.

suçlu
culpable

According to what she said, he's culpable. - Onun söylediğine göre o suçlu.

suçlu
(Kanun) outlaw
suç
{i} wrong

They blamed themselves for being wrong. - Hata olduğu için kendilerini suçladılar.

He accused us of wronging him. - Bizi ona haksızlık etmekle suçladı.

suç
wrongdoing

Was he, in fact, guilty of wrongdoing? - Aslında o haksızlıktan dolayı suçlu muydu?

suç
trendy
suç
delictum
suç
erime
suçlu
arrestable
suçlu
guilty of

He is guilty of murder. - O cinayetten suçludur.

He was guilty of making a mistake. - O, bir hata yapmaktan suçluydu.

suçlu
deliquent
suçlu
transgressive
suçlu
evil-doer
suçlu
(Kanun) bane
suçlu
(Argo) bushranger
suçlu
peccable
suçlu
yeggman
suçlu
piacular
suçlu
accused

Do you think the accused is really guilty of the crime? - Sanığın gerçekten suçtan suçlu olduğunu düşünüyor musunuz?

Sami was an accused sex offender. - Sami cinsel suçlu olmakla suçlandı.

suçlu
guiltily
suçlu
(Kanun) blameful
suçlu
lawbreaker
suç
misdemeanor
suç
offence

Such an offence is punished by a fine and/or imprisonment. - Böyle bir suç ceza ve / veya hapis ile cezalandırılır.

Sami committed an offence. - Sami bir suç işlemişti.

suç
fault

He convinced me that it was not his fault. - Onun onun suçu olmadığına beni ikna etti.

Everybody's fault is nobody's fault. - Herkesin suçu kimsenin hatası değildir.

suç
infraction
suç
sin

You're guilty as sin. - Yüzüne bakılmayacak kadar suçlusun.

In Singapore, one way to punish a criminal is to whip him or her. - Singapur'da bir suçluyu cezalandırmanın bir yolu onu ya da onu kırbaçlamaktır.

suçlu
delinquent
suçlu
felonious
suçlu
felon

Tom is a convicted felon. - Tom hüküm giymiş bir suçlu.

suç
Job

He was charged to continue this job. - O bu işe devam etmekle suçlandı.

The police's job is to prevent and investigate crime. - Polisin işi suçu önlemek ve araştırmaktır.

suç
committing crime
suç
the offense
suç
an offense
suç
criminal offense
suç
criminalizing
suçlu
convict

Tom was convicted in 2013 for his wife's murder. - Tom karısını öldürdüğü için 2013 yılında suçlu bulunmuştu.

Tom is a convicted felon. - Tom hüküm giymiş bir suçlu.

siyasi suçlular
prisoners of conscience
suç
misdemeanour [Brit.]
suç
offense, blameworthy act
suç
guilt

He was guilty of murder. - O cinayetten suçluydu.

I'm afraid he will never admit his guilt. - Korkarım o suçunu asla itiraf etmeyecek.

suç
transgression
suç
crime, offence, offense, fault, guilt; criminal
suç
delict
suç
offence [Brit.]
suç
irregularity
suç
criminality
suç
misdeed
suç
(Hukuk) crime, offence
suç
delinquency

The increase in juvenile delinquency is a serious problem. - Çocuk suçluluğundaki artış ciddi bir sorundur.

suç
caper
suç
felony

Throwing eggs is a felony if the damage done by the eggs exceeds 400$. - Yumurta atmak yumurtalar tarafından yapılan hasar 400 doları aşarsa bir suçtur.

What you're doing right now is a felony. - Şu anda yaptığın şey bir suç.

suç
rap

Rape is always a crime of violence. - Tecavüz her zaman bir şiddet suçudur.

Her father was accused of statutory rape. - Onun babası ırza tecavüzle suçlandı.

suç
absolve
suç
absolution
suç
{i} misdemeanour
suç
malfeasance
suçlu
transgressor
suçlu
con

I was convinced that he was guilty. - Onun suçlu olduğuna ikna edildim.

The suspect was given the third degree until he confessed his crime. - Şüpheli suçunu itiraf edene kadar üçüncü dereceden suçlu sayıldı.

suçlu
evil doer
suçlu
guilty person; criminal, felon
suçlu
misdemeanant
suçlu
malefactor
suçlu
guilty, culpable, delinquent; criminal, felon, offender, culprit, delinquent mücrim
Turkish - Turkish
(Hukuk) MÜCRİMİN
Suç
cürüm

Cürüm nispeti mütemadiyen fazlalaşıyor. - Suç oranı sürekli olarak artıyor.

Suçlu
cerim
Suçlu
(Osmanlı Dönemi) PAYZEN
Suçlu
(Hukuk) MÜCRİM
suç
Törelere, ahlak kurallarına aykırı davranış
suç
Yasalara aykırı davranış, cürüm
suç
Yasalara aykırı davranış, cürüm: "Casusluk suçundan yakalanıp müebbet hapse mahkûm olmadın mı?"- R. H. Karay
suç
Hukuka aykırı eylem
suçlu
Suç işlemiş, suçu olan (kimse), kabahatli, mücrim: "Suçluların ani, delice hareketleri gizli kalabilirdi."- A. Gündüz
suçlu
Suç işlemiş, suçu olan (kimse), kabahatli, mücrim
suçlular
Favorites