Definition of sensing in English Turkish dictionary
-  {f} hisset 
Tehlikeyi hissetti, kaçtı.
 - Sensing danger, he ran away.
 -  {i} hissetme
 - algılama 
 - hissederek 
 -  (Askeri) KIYMETLENDİRME, ATIM KIYMETLENDİRMESİ: Bir paralanma veya vuruş noktasının ya da orta paralanma veya orta vuruş noktasının, uzun (over), kısa (short), havada paralanma (air), vuruş (graze) v. s. şeklinde kıymetlendirilen istikamet. Bak. "spotting"
 -  (Askeri) kıymetlendirme
 - sense
 - anlam 
Ben bir anlamda asabiyim.
 - I am nervous in a sense.
Söylediğinin anlamı yok.
 - What you are saying does not make sense.
 - sense
 - hissetmek 
 - sense
 - duyu 
Ben iyi bir yön duyusuna sahibim, bu yüzden kaybolmam.
 - I have a good sense of direction, so I don't get lost.
Bir köpek keskin bir koku alma duyusuna sahiptir.
 - A dog has a sharp sense of smell.
 - sense
 - algı 
Onun keskin bir iş algısı var.
 - She has a keen business sense.
Köpekbalıkları kanı algılayabilir.
 - Sharks can sense blood.
 - sense
 -  {f} algılamak
 - sense
 - his 
Bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorum.
 - I sense that something is wrong.
Garip bir şey hissetmiş olmalı.
 - She must have sensed something odd.
 - sensing device
 - algılama aygıtı 
 - sensing element
 - sensör 
 - sensing element
 - algılayıcı 
 - sensing system
 -  (Askeri) algılama sistemi
 - sensing station
 - algılama istasyonu 
 - Sensing of lower yarn end
 -  (Tekstil) Alt iplik yoklama
 - Sensing of vacuum
 -  (Tekstil) Vakum yoklama
 - sensing and diagnostic module
 -  (Otomotiv) algılama ve teşhis modülü
 - sensing circuitry
 - duyucu devresi 
 - sensing element
 - algılama elemanı 
 - sensing head
 -  (Nükleer Bilimler) algılama kafası
 - sensing head
 - duyarlı kafa 
 - sensing person
 - akıllı insan 
 - sensing person
 - pozitif insan 
 - sense
 -  {i} hissetme
 - sense
 -  {i} duygu 
O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
 - He has an acute sense of observation.
Tom'un modern resim için estetik duygusu vardır.
 - Tom has an aesthetic sense for modern painting.
 - sense
 -  {i} sağduyu 
Diğer bir deyişle, sağduyudan şüphelenmelisin.
 - In other words, you should doubt common sense.
Tom Mary'nin sağduyudan yoksun olduğunu düşünüyor.
 - Tom thinks Mary lacks common sense.
 - sense
 -  {i} sezme
 - remote sensing
 - uzaktan algılama 
 - sense
 -  {i} us
 - sense
 -  {i} manâ 
Oxford İngilizce sözlüğüne göre 'set' kelimesinin 430 farklı anlamı ya da manası var.
 - According to the Oxford English Dictionary, the word 'set' has 430 different meanings or senses.
Bu kadar sıkı çalışmanın manası ne?
 - What's the sense of working so hard?
 - sense
 - şuur 
Bir vazife şuuru hissediyorum.
 - I feel a sense of duty.
 - sense
 - fikir 
 - sense
 - eğilim 
 - sense
 - zeka 
 - sense
 - sezmek 
 - remote sensing
 - uuaktan algılama 
 - remote sensing system
 - uzaktan algılama sistemi 
 - sense
 -  (Tıp) sanse
 - sense
 - doğrultu 
 - sense
 - hasse 
 - sense
 - içine doğmak 
 - sense
 - algılama 
 - sense
 - malum olmak 
 - sense
 -  (Dilbilim) içlem
 - sense
 - anlamak 
Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
 - She had enough sense to understand what he really meant.
 - sense
 - almak 
 - sense
 -  (Askeri) kıymetlendirme
 - sense
 - duymak 
 - sense
 - duyum 
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
 - I lost my sense of reality at that moment.
Benim bir yön duyum yok bu yüzden her zaman bir pusula ile seyahat ederim.
 - I have no sense of direction so I always travel with a compass.
 - card sensing
 - kart algılama 
 - mark sensing
 - işaret algılama 
 - sense
 - anlayış 
Öğretmenimizin harika bir espri anlayışı var.
 - Our teacher has a wonderful sense of humor.
Onun bir mizah anlayışı vardır.
 - He has a sense of humor.
 - sense
 - genel düşünce 
 - sense
 - zekâ 
 - sense
 - anlama yetisi 
 - sense
 -  {f} sez 
Tom bir şeyin yanlış olduğunu sezdi.
 - Tom sensed that something was wrong.
Tom bir şeyin çok yanlış olduğunu sezmişti.
 - Tom sensed that something was very wrong.
 - sense
 - düşünce 
 - Compressed sensing
 -  (Mühendislik) Sıkıştırmalı algılama
 - Compressive sensing
 - Sıkıştırmalı algılama 
 - direct sensing
 - algılama doğrudan 
 - film optical sensing device
 - optik film algılama aygıtı 
 - optical font sensing
 - optik font algılama 
 - photo sensing mark
 - Fotoğraf algılama işareti 
 - remote sensing
 - Yer yüzeyinin uçaktan ya da uydu aracılığıyla taranıp veri toplanması işlemi 
 - rotational position sensing
 - dönel konum algılama 
 - sense
 - yön 
Ben iyi bir yön duyusuna sahibim, bu yüzden kaybolmam.
 - I have a good sense of direction, so I don't get lost.
Tom'un kesinlikle çok iyi bir yön duyusu yok.
 - Tom certainly doesn't have a very good sense of direction.
 - infrared remote sensing
 - infrared uzaktan algılama 
 - infrared remote sensing
 - kızıl-ötesi uzaktan algılama 
 - knock sensing
 -  (Otomotiv) vuruntu algılaması
 - pedestrian sensing
 -  (Otomotiv) yaya algılama
 - range sensing
 -  (Askeri) MESAFE KIYMETLENDİRMESİ: Bir merminin, mesafece vuruş veya paralanma noktasını gözetleme ve bunu isabet (hit), uzun (over), kısa (short), kayıp (lost), şüpheli (doubtful) vesaire şeklinde haber verme işlemi. Mesafe kıymetlendirmesi, mesafelerin sıhhatli olarak tahminini içine almaz
 - sense
 - dili anlamak 
 - sense
 - dirayet 
 - sense
 - akıl 
 - sense
 -  (Tıp) His, duygu, duyu, sensus
 - sense
 - muhakeme 
 - sense
 -  {i} anlama 
Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
 - She had enough sense to understand what he really meant.
Ben ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
 - I was trying to make sense of what had happened.
 - sense
 -  {f} duyarlı olmak
 - sense
 - zeki 
 - sense
 -  {f} farkında olmak
 - sense
 -  {i} amaç
 - sense
 - karar 
Benimki gibi bir hayat yaşamak manasız ve iç karartıcı.
 - Living the kind of life that I live is senseless and depressing.
Bana pek mantıklı gelmiyor fakat Tom koleje gitmemeye karar verdi.
 - It doesn't make much sense to me, but Tom has decided not to go to college.
 - sense
 - mefhum 
 - sense
 -  {i} kanı 
İşsizlik hakkında bir şey yapılması gerektiğine dair genel bir kanı vardır.
 - There's a general sense that something should be done about unemployment.
Köpekbalıkları kanı algılayabilir.
 - Sharks can sense blood.
 - sense
 - anlam mana 
 - sense
 - sezgi 
 - sense
 -  {i} niyet 
İyi niyetinden şüpheliyim.
 - I doubt your good sense.
Tom'un yağmurdan dolayı içeri gelmeye niyeti yoktu.
 - Tom didn't have the sense to come in out of the rain.
 - sense
 -  (Askeri) KIYMETLENDİRME, ATIM KIYMETLENDİRMESİ: Bak. "sensing"
 - sense
 - sense percept 
 - sense
 -  {i} bilincinde olma
 - sense
 - duyumsamak 
 - tactical shelter system; target sensing system; timesharing system; time signal
 -  (Askeri) taktik sığınma sistemi; hedef algılama sistemi; zaman paylaşımlı sistem; zamanlı sinyal dizisi; trafik servisi istasyonu
 - terrain sensing
 -  (Askeri) ARAZİYE GÖRE ATIM KIYMETLENDİRME: Gözetleyici hedef hattı üzerinde bulunmayan bir atımın, hedef civarındaki arazı hakkında bir bilgiye dayanılarak kıymetlendirmesi
 - tracer sensing
 -  (Askeri) İZ GÖZETLEME İLE KIYMETLENDİRME: İz gözetlemesi yöntemi ile merminin hedefe göre bulunduğu yer hakkında yapılan kıymetlendirme