sözleşmek

listen to the pronunciation of sözleşmek
Turkish - English
to promise each other; to make an appointment
to agree to meet (at a certain place at a certain time)
promise each other
agree together
{f} compact
{f} covenant
sözleşme
engagement

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

Tom has broken our engagement. - Tom sözleşmemizi bozdu.

söz
statement

I'm going to ascertain the truth of his statement. - Onun sözünün aslını araştıracağım.

I could not believe his statement. - Ben onun sözüne inanamadım.

sözleşme
contract

The details of the agreement are set forth in the contract. - Anlaşmanın ayrıntıları sözleşmede belirtilir.

The contract was rather loose. - Sözleşme oldukça gevşek.

söz
promise

Your stomach won't be full from promises. - Miden sözlerden dolu olmayacaktır.

He promised to meet him at the coffee shop. - Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.

söz
word

80% of all English words come from other languages. - Tüm İngilizce sözcüklerin %80'i diğer dillerden gelmiştir.

Impossible is not a French word. - Impossible Fransızca bir sözcük değildir.

sözleşme
agreement

The details of the agreement are set forth in the contract. - Anlaşmanın ayrıntıları sözleşmede belirtilir.

Thank you for the draft of the Agreement. - Sözleşme taslağı için sana teşekkür ederim.

sözleşme
charter
sözleşme
articles

I don't censor their articles. - Onların sözleşmelerini sansürlemem.

söz
upon my word
söz
expression

I'll look up the expression in the dictionary. - Ben ifadeye sözlükte bakacağım.

söz
{s} wordy
söz
{i} plight
sözleşme
indenture
söz
gossip
söz
asseverate
söz
rumour
söz
commitment

Unfortunately, I had another commitment. - Ne yazık ki başka sözüm vardı.

I'm sorry, I already have another commitment. - Üzgünüm, benim zaten başka bir sözüm var.

söz
dixit
söz
(Dilbilim) parole
söz
fluent
söz
iron
sözleşme
deed
sözleşme
agreement contract
söz
{i} say

Tom doesn't have a say in that matter. - Tom'un o konuda bir sözü yok.

I have to check and see what the contract says. - Sözleşmenin ne dediğini kontrol etmek ve görmek zorundayım.

söz
wording
söz
saying

My client isn't saying another word. - Müvekkilim başka bir söz söylemiyor.

Tom left without saying a word. - Tom bir söz söylemeden ayrıldı.

söz
assurance
söz
foregoing
söz
pledge

Tom pledged his support. - Tom ona destek sözü verdi.

She pledged herself never to do it again. - Bunu bir daha asla yapmayacağına dair kendi kendine söz verdi.

söz
remark

His remark was really out of line. - Onun sözü gerçekten uygunsuzdu.

She seems to have taken my remark as an insult. - Benim sözümü hakaret olarak almış gibi görünüyor.

söz
{i} term

The union and the company have come to terms on a new contract. - Sendika ve şirket yeni bir sözleşme üzerinde anlaşma sağladılar.

Few people take the trouble to read all the terms and conditions of a contract before signing it. - Çok az insan, imzalamadan önce bir sözleşmenin bütün şartlarını ve koşullarını okuma zahmetine katlanır.

söz
asseveration
söz
undertaking
sözleşme
compact
sözleşme
covenant
sözleşme
{i} contracting
sözleşme
{s} contractual
söz
spoken of
söz
{i} sentence

It's all about sentences. Not words. - O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.

Tom really likes this sentence. - Tom bu sözü gerçekten seviyor.

söz
vocable
söz
mentions

Nobody mentions my country. - Hiç kimse ülkemden söz etmiyor.

Mary becomes angry when Tom mentions her weight. - Mary, Tom onun ağırlığından söz ettiği zaman sinirlenir.

söz
engagement

I have a previous engagement. - Bir önceki sözleşmem var.

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

söz
talk

Many things are easy to talk about, but difficult to actually carry out. - Pek çok şey sözde kolaydır, fakat gerçekleştirmesi aslında zordur.

She cut in when we were talking. - Biz konuşurken sözümüzü kesti.

söz
voice
söz
word, remark; speech, talk; saying; rumour, gossip; promise, assurance, commitment; engagement
söz
committal
söz
faith

You must be faithful to your word. - Sözüne sadık olmalısın.

söz
verbalism
söz
spiel
söz
remark, utterance; expression; statement; word
söz
rumor

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

söz
{f} contracting
söz
discourse
sözleşme
oral contract
sözleşme
pact
sözleşme
(Hukuk) contract, convention, pact
sözleşme
agreement; contract
sözleşme
mutually promising
sözleşme
agreement, contract, compact, covenant, bond
sözleşme
(Hukuk) (uluslar arası) convention
sözleşme
(Avrupa Birliği) convention

Is Mexico a signatory to the Geneva Convention? - Meksika, Cenevre Sözleşmesi'nde imza sahibi mi?

Bush respects the Geneva Convention. - Bush Cenevre Sözleşmesine saygı duyuyor.

Turkish - Turkish
Herhangi bir iş konusunda birbirine karşılıklı söz vermek
Belli bir yerde, belli bir saatte buluşmayı kararlaştırmak
(Osmanlı Dönemi) TAVAUD
Söz
(Osmanlı Dönemi) LEFZ
Söz
(Hukuk) KAVİL
Söz
(Osmanlı Dönemi) SERVA
Söz
(Hukuk) KELAM
Söz
bahis
Sözleşme
mukavele
Sözleşme
(Hukuk) KAVİLLEŞME
Sözleşme
kontrat
Sözleşme
mukavelename
söz
Bir konuyu yazılı olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi
söz
Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük
söz
Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme
söz
Müzik parçalarının yazılı metni, güfte
söz
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, kavil: "Söz var, iş bitirir; söz var, baş yitirir."- Atasözü
söz
Kesinlik kazanmayan haber, söylenti
söz
Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi: "Yer yer birçok türküde rastladığımız beylik sözler de vardı içinde."- B. R. Eyuboğlu
söz
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelâm, kavil
söz
(Osmanlı Dönemi) kâl
sözleşme
Bu işlemi gösteren belge, mukavelename
sözleşme
Sözleşmek işi
sözleşme
Hukuki sonuç doğurmak amacıyla iki veya daha çok kişinin veya kuruluşun karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarıyla gerçekleşen işlem, bağıt, akit, mukavele, kontrat: "Anayasa, her şeyden önce bütün vatandaşların uymak zorunda olduğu bir toplum sözleşmesidir."- N. Cumalı
sözleşmek
Favorites