içli

listen to the pronunciation of içli
Turkish - English
sentimental
{s} sensitive
weepy
sensitive, easily moved or affected (person)
(fruit, nut, legume) the kernel or seed of which is ready to eat, the kernel or seed of which is big enough to eat
romantic
soulful
emotional
having an inside part, having a kernel/pulp; sensitive, emotional; sad, touching, moving
sad and moving
(Konuşma Dili) genuine, true, real
having an inside part
touching
moving
interior

He studied interior decoration. - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

{s} domestic

My father is a pilot on the domestic line. - Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.

The Government's domestic policy was announced. - Hükümetin iç politikası açıklandı.

inner

I had my wallet stolen from my inner pocket. - İç cebimden cüzdanımı çaldırdım.

Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life. - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.

{s} internal

That is an internal affair of this country. - O, bu ülkenin iç işidir.

The ministry administers the internal affairs. - Bakanlık iç işlerini yönetir.

içli dışlı
be hand in glove
içli köfte
meatballs stuffed with cracked wheat
içli köfte
a meatball that has been coated with a paste made of cracked wheat and meat and then fried
içli çekirdek
coccus
içli çekirdekler
cocci
{i} inside

There are two zombies inside my house. - Evimin içinde iki tane zombi var.

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

intrinsic
interrior
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

The doctor used X-rays to examine my stomach. - Doktor midemi incelemek için X-ışınları kullandı.

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

indoor

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

Catherine stayed indoors because it was raining. - Yağmur yağdığı için Catherine içerde kaldı.

içli köfte
(Gıda) stuffed mutton balls
{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

Truman arrived at the White House within minutes. - Truman, Beyaz Saray'a dakikalar içinde ulaştı.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

Most Japanese drink water from the tap. - Çoğu Japon, suyu musluktan içer.

quaff
{f} drinking

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

It's possible that the drinking water has chlorine, lead, or similar contaminants in it. - İçme suyunda klor, kurşun ya da benzer kirletici madde bulunması mümkün.

drank

John drank many bottles of wine. - John birçok şişe şarap içti.

After taking a bath, I drank some soft drink. - Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.

stuffing
bowels
İçli köfte
kibbeh
aşırı içli
mawkish
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

The civil war in Greece ended. - Yunanistan'da iç savaş sona erdi.

Davis did not want civil war. - Davis, iç savaş istemiyordu.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

She is embarrassed to breastfeed in public. - O, halk içinde emzirmeye utanıyor.

Smoking can cause breast cancer. - Sigara içmek meme kanserine neden olabilir.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içli dışlı
cheek by jowl
içli dışlı
{s} intimate
içli dışlı
{s} close
içli dışlı
{s} familiar
içli dışlı
without circumstance
Turkish - Turkish
Kolay duygulanıp incinen, duygulu, hassas, hisli
Mumbar dolması
İçi dolu (taneli sebze veya kuru yemiş)
İçi dolu
Duygulandıran, etkili: "Denize uzanan demir iskelenin ucuna gidip içli şiirler okurduk birbirimize."- H. Taner
Kolay duygulanıp incinen, duygulu, hassas, hisli: "Annem evlatlarının bu kayıtsızlığına karşı içli bir hâlde günden güne fazla üzülüyor ve bitiyordu."- Y. K. Beyatlı
Duygulandıran, etkili
İÇLİ
(Osmanlı Dönemi) Kin tutan, haset eden
İÇLİ
(Osmanlı Dönemi) Çabuk müteessir olan, hassas duygulu
İÇLİ
(Osmanlı Dönemi) t. İçi dolu
içli dışlı
Hiç gizli işi olmayan, apaçık, olduğu gibi, senli benli, aşırı teklifsiz
içli dışlı olmak
Karşılıklı olarak candan ve içten davranmak, teklifsiz görüşmek
içli dışlı olmak
Karşılıklı olarak resmî davranışlardan uzaklaşmak, candan ve içten davranmak
içli dışlı olmak
Kız ve oğullarını karşılıklı olarak evlendirmek
içli dışlılık
İçli dışlı olma durumu
içli köfte
Yağsız kıyma ve ince bulgurla yapılan bir tür köfte
içli köfte
Yağsız kıyma ile ince bulgur iyice yoğrulup içi oyularak yumurta biçiminde hazırlanan ve içerisine kavrulmuş soğanlı kıyma konduktan sonra haşlanan veya kızartılan bir çeşit köfte
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Portakallar yüksek vitamin muhtevasına sahiptir. - Portakalların yüksek vitamin içeriği vardır.

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
English - Turkish

Definition of içli in English Turkish dictionary

içli köfte
cracked wheat meatballs stuffed with ground beef
içli
Favorites