He studied interior decoration.
 - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.
Tom is an interior designer.
 - Tom bir iç mimar olmak istedi.
My father is a pilot on the domestic line.
 - Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.
Do you have a cheap flight ticket on a domestic line?
 - İç hatlarda ucuz bir uçak biletiniz var mı?
Jupiter has four inner satellies: Metis, Adrastea, Amalthea, and Thebe. Their orbits are very close to the planet.
 - Jüpiterin dört iç uydusu vardır: Metis, Adrastea, Amalthea ve Thebe. Onların uyduları gezegene çok yakındır.
Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life.
 - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.
We dissected a frog to examine its internal organs.
 - Bir kurbağayı, iç organlarını incelemek için kesip parçalara ayırdık.
The ministry administers the internal affairs.
 - Bakanlık iç işlerini yönetir.
Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read.
 - Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.
There are two zombies inside my house.
 - Evimin içinde iki tane zombi var.
They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous.
 - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.
Drinking on an empty stomach is bad for your health.
 - Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır.
Catherine stayed indoors because it was raining.
 - Yağmur yağdığı için Catherine içerde kaldı.
Keep the kids indoors.
 - Çocukları içeride tutun.
If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets.
 - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.
He drank a great swig from the bottle.
 - O, şişeden büyük bir yudum içti.
Truman arrived at the White House within minutes.
 - Truman, Beyaz Saray'a dakikalar içinde ulaştı.
She will return within an hour.
 - O bir saat içinde geri dönecektir.
We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here.
 - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.
Europeans love to drink wine.
 - Avrupalılar şarap içmeyi sever.
He began his meal by drinking half a glass of ale.
 - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.
Too much drinking will make you sick.
 - Çok fazla içmek seni hasta edecek.
Drinking much is dangerous.
 - Çok fazla içmek tehlikelidir.
John drank many bottles of wine.
 - John birçok şişe şarap içti.
After taking a bath, I drank some soft drink.
 - Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.
You need to look inward.
 - İçeriye bakman gerek.
We have become an intolerant, inward-looking society.
 - Biz hoşgörüsüz, içe dönük bir toplum olduk.
People often spill their guts to bartenders.
 - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .
Tom doesn't have the guts to do that.
 - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.
There was a danger of civil war.
 - Bir iç savaş tehlikesi vardı.
While the civil war went on, the country was in a state of anarchy.
 - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.
Tom held out his cup for a refill.
 - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.
Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill.
 - Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.
Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels.
 - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.
Smoking can cause breast cancer.
 - Sigara içmek meme kanserine neden olabilir.
I'd like to have a test for breast cancer.
 - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.
Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons.
 - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.
A deep sigh was Ethel's only response.
 - Ethel'in tek yanıtı derin bir iç çekmekti.
It prevented a civil war.
 - Bu bir iç savaş engelledi.
There was a danger of civil war.
 - Bir iç savaş tehlikesi vardı.
The ministry administers the internal affairs.
 - Bakanlık iç işlerini yönetir.
They should not intervene in the internal affairs of another country.
 - Onlar başka bir ülkenin iç işlerine karışmamalılar.
The civil war in Greece ended.
 - Yunanistan'da iç savaş sona erdi.
Davis did not want civil war.
 - Davis, iç savaş istemiyordu.
I am not wearing any underwear.
 - Hiç iç çamaşırı giymiyorum.
The only evidence was the traces of semen stuck to the underwear.
 - Tek kanıt, iç çamaşırına yapışmış sperm iziydi.
Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır.
 - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.
Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir.
 - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.