Definition of gün in Turkish English dictionary
- day
Rome was not built in a day.
- Roma bir gün içinde kurulmamıştır.
We must sleep at least seven hours a day.
- Günde en az yedi saat uyumak zorundayız.
- day, days, time, times, period
- happy days, better times, days of happiness
- special day, feast day
- date (a given point of time)
- day, time
- a woman's at-home day
- daytime, day
- day; sun; sunlight, sunshine; daytime; today, present; time; age, period; good times; date; at-home day
- daylight, sunlight
- (Hukuk) date
Which is the date of your birthday?
- Doğum günün hangi tarih?
That textbook is out of date.
- O ders kitabı güncel değil.
- sun
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
In most countries, with the exception of the Arab countries and Israel, Saturday and Sunday are defined as the weekend.
- Birçok ülkede, Arap ülkeleri ve İsrail hariç genellikle Cumartesi ve Pazar, hafta sonu günleri olarak ilan edilmiştir.
- bee
He has been unconscious for three days.
- Onun üç gün boyunca bilinci kapalı.
There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
- Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
- sunlight
Sunlight brightens the room.
- Güneş ışığı odayı aydınlatıyor.
Don't expose this chemical to direct sunlight.
- Kimyasal maddeyi doğrudan güneş ışığına maruz bırakma.
- present
I would like to give him a present for his birthday.
- Ona doğum günü için bir hediye vermek istiyorum.
We chose Mary a good birthday present.
- Mary'ye iyi bir doğum günü hediyesi seçtik.
- today
Today is a sunny day.
- Bugün güneşli bir gün.
Today is June 18th and it is Muiriel's birthday!
- Bugün Haziran'ın 18'i ve bugün Muiriel'in doğum günü!
- (Bilgisayar) on
- sunshine
The sunshine improved his color.
- Güneş rengini artırdı.
This room doesn't get much sunshine.
- Bu oda çok fazla güneş ışığı almaz.
- time
How many times a day does that bus run?
- O otobüs günde kaç kez çalışır?
These medicines should be taken three times a day.
- Bu ilaçlardan günde üç kez alınmalı.
- (Latin) dies
Sami will maintain his innocence until the day he dies.
- Sami masumiyetini öldüğü güne kadar sürdürecek.
- the day
- on the day
- day a
- by the day
- gün ışığına çıkmak
- emerge
- gün batımı
- sunset
Lovely sunset, isn't it?
- Güzel gün batımı, değil mi?
Have you ever seen such a beautiful sunset?
- Şimdiye kadar böylesine güzel bir gün batımı gördün mü?
- gün içinde
- today
- gün önce
- days ago
- Gün doğmadan neler doğar
- (Atasözü) It is the unexpected that always happen
- gün ağarmak
- dawn
- gün batısı
- days of the west
- gün doğuşu
- sunrise
- gün geçirmek
- day to spend
- gün geçtikçe
- day after day
- gün gibi aşikâr
- clear as day
- gün gibi aşikâr/ortada
- clear as day / clear
- gün yeli
- winds of the day
- gün yüzüne çıkarmak
- Cause or allow to be seen
- gün yüzüne çıkarmak
- Reveal
- gün ışığına çıkartmak
- take somebody out into daylight
- Gün ve aydınlık tanrısı
- Apollo
- gün almak
- 1. to get an appointment (from). 2. to have passed (a certain age) by (a specified number of days)
- gün atlamamak
- not to miss out a day
- gün ağarmak
- for day to dawn, for dawn to break
- gün ağarmak
- (day) to dawn
- gün ağarması
- aurora, dawn
- gün ağarması
- peep of day
- gün ağarması
- daybreak, dawn
- gün ağarırken
- at dawn
- gün aşırı
- on alternate days
- gün aşırı
- every other day
- gün aşırı
- günaşırı
- gün batması
- sunset, sundown
- gün batımı
- the set of the day
- gün batımı sonrası kızıllık
- afterglow
- gün batımında doruklardaki kızıl ışık
- alpenglow
- gün batımından önce
- day before
- gün belirlemeksizin
- sine die
- gün boyu
- day long
She waited on her husband all day long.
- O gün boyu kocasına hizmet etti.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- gün boyu
- all day
She felt restless all day long.
- O gün boyu huzursuz hissetti.
She waited on her husband all day long.
- O gün boyu kocasına hizmet etti.
- gün boyu geçerli bilet
- day ticket
- gün boyu süren
- around-the-clock
- gün boyu süren
- round the clock
- gün boyu süren
- day long
- gün boyunca
- round the clock
- gün boyunca
- around-the-clock
- gün bugün
- (Konuşma Dili) Now is the time
- gün değmemiş
- juvenile
- gün değmemiş su
- juvenile water
- gün doğmadan neler doğar
- (Atasözü) A lot can happen between now and then
- gün doğmak
- a) (sun, morning) to rise, to dawn, to break b) (one's luck/day) to come
- gün doğmak
- 1. for the sun to rise, for day to dawn. 2. (for someone) to have an unexpected opportunity or stroke of fortune
- gün durumu astr
- solstice
- gün geçmek
- get a sunstroke
- gün geçmek
- to get a sunstroke
- gün gibi açık
- obvious, evident, clear as a day
- gün gibi açık/aşikâr altogether clear
- very clear, manifest
- gün gibi ortada
- clear as daylight
- gün gibi ortada
- as clear as day
- gün gibi ortada
- as clear as daylight
- gün gibi ortada
- clear as day
- gün gibi ortada
- obvious, evident, clear as a day
- gün görmek
- live a healthy and happy life
- gün görmek
- to live a healthy and happy life
- gün görmek
- to see happy days
- gün görmemek
- to know nothing but unhappiness
- gün görmemek
- to have hard times
- gün görmez
- 1. (place) which doesn't get any sunlight, sunless. 2. (someone) who never gets out in the sun
- gün görmüş
- 1. (someone) who has seen better days. 2. experienced
- gün görmüş
- worldly-wise
- gün göstermek
- to make (someone) live happily
- gün kavuşmak/inmek
- for the sun to set/go down, for night to fall
- gün koymak
- to put aside a day, assign some time (for)
- gün ola harman ola
- (Konuşma Dili) One day its time will come
- gün ortası
- midday
- gün sürmek
- to live prosperously
- gün tutulmak
- for the sun to be eclipsed
- gün tutulması
- solar eclipse
- gün tutulması astr
- solar eclipse
- gün tün eşitliği astr
- equinox
- gün yapmak
- (for women) to be at home to guests
- gün ışığı
- daylight
Very large windows assure abundant natural daylight.
- Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.
I forgot that the daylight saving time ended last week.
- Gün ışığından yararlanma saatinin geçen hafta sona erdiğini unuttum.
- gün ışığına çıkarmak
- to bring to light
- gün ışığına çıkarmak
- rake up
- gün ışığına çıkmak
- surface
- gün ışığına çıkmak
- to come to light; to become clear
- gün ışığında
- in daylight
- gün-tün eşitliği
- equinox
- gün/hafta/ay
- (Bilgisayar) day/week/month
- gün/saat
- (Bilgisayar) days/times
- günlerden bir gün
- one of these days
- günlerden bir gün once upon
- a time
- gününü gün etmek
- live it up
- gününü gün etmek
- to enjoy the day
- gününü gün etmek
- to be really enjoying oneself, be having a real good time, be having a hell of a good time
- her gün
- every day
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
I play tennis every day.
- Ben her gün tenis oynarım.
- hafta içi gün
- weekday
The weekdays are: Monday, Tuesday, Wednesday, Thursday, and Friday.
- Hafta içi günleri : Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe ve Cuma'dır.
- ertesi gün
- morrow
- günler
- days
This is the house where I lived in my early days.
- Burası benim ilk günlerimi yaşadığım evdir.
In those days, I used to get up at six every morning.
- O günlerde her sabah altıda kalkardım.
- her gün
- daily
The patient was recovering daily.
- Hasta her gün toparlanıyordu.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşurum.
- her gün işe trenle gidip gelen kimse
- commuter
- kara gün
- (deyim) a rainy day
- artık gün
- leap day
- birer gün arayla
- every other day
- birkaç gün önce
- the other day
- bütün gün
- early and late
- bütün gün
- a clear day
- bütün gün
- full time
- derece gün
- (Meteoroloji) degree day
- derece-gün
- degree-day
- erken gün batımı
- (Bilgisayar) early sunset
- ertesi gün
- very next day
- ertesi gün
- the day following
- ertesi gün
- the following day
He said that he was going home the following day.
- O, ertesi gün eve gideceğini söyledi.
Tom made an appointment to meet Mary the following day.
- Tom, ertesi gün Mary ile buluşmak için randevu verdi.
- evvelki gün
- the previous day
- gün be gün
- every single day
- gün be gün
- every day
- gün be gün
- from day to day
- günler
- times
It was good chatting like old times. Let's talk again some time.
- Eski günlerdeki gibi sohbet etmek iyiydi. Bir ara yine konuşalım.
The cottage reminded me of the happy times I had spent with her.
- Sayfiye evi bana onunla birlikte geçirdiğim mutlu günleri hatırlattı.
- hafta içi her gün
- every weekday
- hafta içindeki gün
- weekday
- hafta sekiz, gün dokuz
- all the time
- hemen ertesi gün
- very next day
- her gün
- day after day
I worked on it day after day.
- Her gün onun üzerinde çalıştım.
He comes to see his sick friend day after day.
- Her gün hasta arkadaşını görmeye geliyor.
- her gün
- (Ticaret) per diem
- ilk gün
- first day
Sunday is the first day of the week.
- Pazar haftanın ilk günüdür.
Today is the first day of spring.
- Bugün ilkbaharın ilk günü.
- kara gün
- (deyim) rainy day
Save money for a rainy day.
- Kara gün için para biriktirin.
Save for a rainy day.
- Kara gün için tasarruf edin.
- kötü gün
- (deyim) a rainy day
- kötü gün
- a dark day
- on iki gün
- twelve days
- saptamak (tarih/gün vb'ni)
- appoint
- sisli gün
- foggy day
- suni gün ışığı
- (Askeri) artificial daylight
- tayin etmek (tarih/gün vb'ni)
- appoint
- yedi gün
- 7 days
- önemli gün
- occasion
- önemli gün
- d-day
- gün batımı
- sundown
Lincoln arrived at Gettysburg at sundown.
- Lincoln Gettysburg gün batımında geldi.
The sheriff told Tom to be out of town by sundown.
- Şerif Tom'a gün batımına kadar şehir dışında olmasını söyledi.
- gün ışığı
- light
Sami doesn't deserve to see the light of day again.
- Sami bir daha gün ışığını görmeyi hak etmiyor.
Sun lights the landscape, pain illuminates the soul.
- Gün ışığı ortalığı aydınlatır, acılar da ruhu.
- 11inci gün
- 11th day
- 11inci gün
- day 11
- bu günden sonra gelecek ilk gün
- The first day will come after this day
- ertesi gün hapı
- next day pill
- gün içinde
- within the day
- gün içinde
- within day
- gün ışığı
- day light
- iyi gün dostu
- Fair friend
- o gün bu gündür
- Ever after
- tam gün
- full-time
- tüm gün
- all day
It rained heavily all day, during which time I stayed indoors.
- Tüm gün şiddetli yağmur yağdı, bu zaman zarfında evde kaldım.
Instead of eating real food, we just ate junk food all day.
- Gerçek yemek yeme yerine, sadece tüm gün abur cubur yedik.
- yaz gün
- summer days
- gün ışığı
- sunn hemp
- yarım gün okuyup yarım gün çalışan çocuk
- half-timer