birci

listen to the pronunciation of birci
Turkish - English
monistic, monistical
monist
bir
one

One, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, ten. - Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on.

I know one of them but not the other. - Birini tanıyorum da ötekini değil.

bir
single

She left without saying even a single word. - Tek bir kelime bile etmeden ayrıldı.

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
otuz birci
wanker
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

We generally drink tea after a meal. - Biz genellikle bir öğünden sonra çay içeriz.

bir
a
bir
apart

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

The twins were so alike that it was difficult to tell them apart. - İkizler o kadar benziyorlardı ki birbirinden ayırt etmek zordu.

bir
mono

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

Monopoly is a popular game for families to play. - Monopoly ailelerin oynaması için popüler bir oyun.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril. - Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.

I have a lump in my breast. - Benim mememde bir yumru var.

bir
head

Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head. - Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.

A cup of coffee cleared my head. - Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.

bir
erect

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

Don't lend money to someone who can't have a morning erection. - Sabah ereksiyonu olmayan birine ödünç para verme.

bir
unit

I would like to go to the United States one day. - Bir gün Amerika'ya gitmek istiyorum.

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

bir
unity

Unity is better than money. - Birlik paradan daha iyidir.

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

bir
somewhere

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

bir
engage

Bob has been engaged to Mary for over a year. - Bob, Mary ile bir yılı aşkın bir süredir nişanlıdır.

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

bir
{f} pace

I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely. - Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

bir
un#veil
bir
{s} some

I sometimes wonder if I am a girl. - Bazen bir kız mıyım diye merak ediyorum.

I've brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

bir
attack

She attacked him with a baseball bat. - O, bir beyzbol sopası ile ona saldırdı.

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

bir
squash

Have you ever squashed a fly with your hand? - Sen hiç elinle bir sinek ezdin mi?

Butternut squash is a good source of manganese, potassium, and vitamins A, C, and E. - Balkabağı, iyi bir manganez, potasyum ve A, C ve E vitaminleri kaynağıdır.

English - English

Definition of birci in English English dictionary

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology