özümü

listen to the pronunciation of özümü
Turkish - English
myself
that being which is oneself

I am not myself today.

Me, as direct or indirect object the speaker as the object of a verb or preposition, when the speaker is also the subject

I taught myself.

Personally, for my part; used in apposition to I, sometimes for simple emphasis and sometimes with implicit exclusion of any others performing the activity described
Me (as the object of a verb or preposition)

Later I realized that the ignorant man that day was not the chief but myself.

I (as the subject of a verb)
{p} I myself, I only, not another person
Myself is the first person singular reflexive pronoun
pron. I; me; to me; by me
I or me in person; used for emphasis, my own self or person; as I myself will do it; I have done it myself; used also instead of me, as the object of the first person of a reflexive verb, without emphasis; as, I will defend myself
A speaker or writer uses myself to refer to himself or herself. Myself is used as the object of a verb or preposition when the subject refers to the same person. I asked myself what I would have done in such a situation I looked at myself in the mirror
emphasis You use myself to emphasize a first person singular subject. In more formal English, myself is sometimes used instead of `me' as the object of a verb or preposition, for emphasis. I myself enjoy cinema, poetry, eating out and long walks I'm fond of cake myself
emphasis If you say something such as `I did it myself', you are emphasizing that you did it, rather than anyone else. `Where did you get that embroidery?' --- `I made it myself.'
öz
core

He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator. - Dış görünüşte bir sümsük gibi görünüyor. Fakat özünde onu zorlu bir delege yapan sağlam bir iradesi var.

öz
{i} self

Tom sent Mary a selfie. - Tom Mary'ye bir özçekim gönderdi.

Tom took out his cell phone so that he could take a selfie. - Tom bir özçekim çekebilmek için cep telefonunu çıkardı.

öz
essence

Loving is the essence of life. - Sevmek yaşamın özüdür.

Freedom is the essence of mathematics. - Matematiğin temeli özgürlüktür.

öz
own

He owns a private jet. - O özel bir jet sahibi.

He doesn't have a mind of his own. - Onun kendine özgü bir düşünme tarzı yok.

öz
matter

May I talk with you in private about the matter? - Konu hakkında seninle özel olarak konuşabilir miyim?

May I talk with you in private about the matter? - Konu hakkında sizinle özel olarak konuşabilir miyim?

öz
whole

I spent the whole week alone, and I longed for conversation. - Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.

He covered the whole continent in his private jet. - O, özel jetiyle tüm kıtayı katetti.

öz
substance
öz
{s} genuine
öz
{i} epitome
öz
(Denizbilim) code
öz
self-

That car doesn't boost my self-confidence. - O araba benim özgüvenimi artırmaz.

My failure did not weaken my self-confidence. - Hatam, özgüvenimi zayıflatmadı.

öz
(İnşaat) net

Hackers find new ways of infiltrating private or public networks. - Hackerlar, özel ya da kamuya açık ağlara gizlice girmek için yeni yollar arıyorlar.

öz
mind

He doesn't have a mind of his own. - Onun kendine özgü bir düşünme tarzı yok.

He spoke his mind freely. - O, fikrini özgürce konuştu.

öz
soul

Individual freedom is the soul of democracy. - Bireysel özgürlük, demokrasinin ruhudur.

öz
(Biyokimya) auto

If I borrow the money, I feel like I'll lose my autonomy. - Ödünç para alırsam özerkliğimi kaybedeceğim gibi hissediyorum.

Thanks to Facebook, stalking is no longer the bastion of a few devoted enthusiasts, but a highly automated task convenient enough even for the busy housewife. - Facebook sayesinde, sinsice izlemek artık birkaç özverili hayranın kalesi değildir ama yoğun ev kadını için bile oldukça uygun bir yüksek otomasyonlu görevdir.

öz
essential

A free press is essential for democracy. - Özgür bir basın demokrasi için gereklidir.

öz
(Denizbilim) orijin
öz
substantiality
öz
auto-
öz
juice

I feel amazing thanks to Tom's special orange juice. - Tom'un özel portakal suyu sayesinde harika hissediyorum.

öz
principle

This country is founded upon the principles of freedom, equality and fraternity. - Bu ülke, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri üzerine kurulmuş.

öz
(Gıda) intrinsic
öz
echt
öz
(Biyokimya) bio

A good biography is interesting and instructive. - İyi bir özgeçmiş, ilgi çekici ve öğreticidir.

Those green suits are special suits for reducing the risk of biological contamination. - Bu yeşil takım elbiseler, biyolojik kirlenme riskini azaltmak için özel takım elbiselerdir.

öz
spirit

I have a free spirit. - Özgür ruhlu birisiyim.

All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood. - Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.

öz
kernel
öz
guts
öz
extract

Add the vanilla extract. - Vanilya özütünü ekleyin.

öz
pith
öz
eigen-
öz
guarded
öz
eigen
öz
gist

In reality, the explanation is a bit more complicated than this, but you get the gist. - Açıklama gerçekte bundan biraz daha karmaşık, ama sen özü anladın.

Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it. - Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.

öz
nucleus
öz
crux
öz
essential oil
öz
base

Dachshund sausages first became popular in New York, especially at baseball games. - Dachshund sosisleri ilk olarak New York'ta popüler oldu, özellikle beyzbol oyunlarında.

Do you like sports? Yes, I especially like baseball. - Spordan hoşlanır mısın? Evet, özellikle beyzboldan hoşlanırım.

öz
marrow
öz
{i} content

I want to summarize the content of the presentation and draw a conclusion. - Sunumun içeriğini özetlemek ve bir sonuç çıkarmak istiyorum.

öz
goodness
öz
full

Full religious freedom is assured to all people. - Tam din özgürlüğü tüm insanlar için güvence altına alınmıştır.

Tom's summaries are always full of misprints. - Tom'un özetleri daima yazım hatalarıyla doludur.

öz
entity
öz
(Hukuk) own, substance
öz
distillation
öz
German

Was Nazism peculiar to Germany? - Nazizm Almanya'ya mı özgüydü?

Germany is a free country. - Almanya özgür bir ülkedir.

öz
pith and marrow
öz
quintessence
öz
genuine, real
öz
elixir
öz
meat

Hindus don't eat meat, in particular beef, and they are mainly vegetarian in order to respect the animals' lives. - Hindular et, özellikle sığır eti yemezler, onlar hayvanların yaşamlarına saygı duymak için temel olarak vejetaryendirler,

öz
extraction
öz
compendious
öz
inherent
öz
pure, unadulterated, unmixed
öz
distillate
öz
medulla
öz
heartbeat
öz
compact
öz
cream

Tom has a craving for chocolate ice cream. - Tom'un çikolatalı dondurmaya bir özlemi vardı.

öz
brook, stream
öz
noumenon
öz
{i} quiddity
öz
subject
öz
{i} pulp
öz
{i} quick
öz
{i} stuff
öz
safety

Could you explain all the safety features to me once again? - Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?

öz
{i} sum

Can you briefly sum up what was said at the meeting? - Toplantıda ne söylendiğini kısaca özetleyebilir misin?

I'll summarize it all. - Onun hepsini özetleyeceğim.

öz
{i} substratum
Turkish - Turkish

Definition of özümü in Turkish Turkish dictionary

Öz
nektar
öz
Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde: "Ortalıktaki krizi sebep gösteriyorlar ama asıl kriz şirketin kendi özünde."- A. Gündüz
öz
çayırlık
öz
Kan bağı ile bağlı, üvey olmayan
öz
İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı
öz
Bir kimsenin benliği, kendi manevî varlığı, iç, nefis, derun
öz
Sulak yer
öz
Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm. Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça
öz
Dere, çay
öz
Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde
öz
Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hülasa
öz
Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hulâsa
öz
Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça
öz
Kendi, zat
öz
Sulak, verimli yer
öz
Küçük dere
öz
Kendi, zat: "Bir od düştü yanar tatlı özüme / Dünya zindan görünüyor gözüme."- Karacaoğlan. "Kendine, kendi kendini" anlamında birleşik kelimeler türetir
öz
Kan bağı ile bağlı, üvey olmayan: "Çocuğun bu yalanı bir anda onu bana bir öz evlat sevgisiyle bağladı."- R. N. Güntekin. İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı
öz
Can alıcı nokta
öz
Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun: "Özünü bir yerde bırakıp sadece kalıbını gezdirmişti."- H. Taner
öz
"Kendine, kendi kendini" anlamında birleşik kelimeler türetir
öz
Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm
öz
Nehirlerin etrafında bulunan eğimli arazi
öz
(Osmanlı Dönemi) lüb
English - Turkish

Definition of özümü in English Turkish dictionary

öz
(Felsefe) Değişebilenin altında yatan değişmeyen
özümü
Favorites