yaşlılık

listen to the pronunciation of yaşlılık
Türkisch - Englisch
age

He died last year of old age. - O, geçen yıl yaşlılıktan öldü.

He died of old age two years ago. - İki yıl önce yaşlılıktan öldü.

senescence

Senescence is the last stage of life. - Yaşlılık yaşamın son aşamasıdır.

old age

What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down. - Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.

He died of old age two years ago. - İki yıl önce yaşlılıktan öldü.

senility
senile
agedness
senectitude

n. senectude n.old age. senectuous, a. old.

old

He died of old age two years ago. - İki yıl önce yaşlılıktan öldü.

He died last year of old age. - O, geçen yıl yaşlılıktan öldü.

hoar
yaş
age

Wisdom does not automatically come with age. - Bilim yaş ile otomatik olarak gelmez.

Because of his age, my grandfather doesn't hear well. - Dedem yaşından dolayı pek iyi duyamıyor.

yaş
wet

This grass is too wet to sit on. - Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.

I wet the bed until I was ten years old. - Ben on yaşına kadar yatağı ıslatırdım.

yaşlılık emekli aylığı fonu
pension fund for elderly
yaşlılık hastalıkları bilimi
geriatrics
yaşlılık hastalıkları bilimi
gerontology
yaşlılık hastalıkları uzmanı
geriatrician
yaşlılık hastalıkları uzmanı
gerontologist
yaşlılık sigortası
disability insurance
yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

My father will soon be forty years old. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

yaş
fresh

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

Take a fresh look at your lifestyle. - Yaşam tarzınıza dikkatle bir göz atın.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaş
new

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

yaş
young

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

She is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

yaş
in age
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

She called out to him, with tears running down her cheeks. - Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

yaş
unseasoned
Türkisch - Türkisch