Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.
 - Famine caused great distress among the people.
Tom sıkıntılı görünüyor.
 - Tom looks distressed.
Bu acıklı bir hikaye.
 - That is a distressing story.
Gemi bir tehlike sinyali gönderdi.
 - The ship flashed a distress signal.
Biz o gemiden bir tehlike sinyali aldık.
 - We've got a distress signal from that ship.