be kar

listen to the pronunciation of be kar
Türkisch - Türkisch

Definition von be kar im Türkisch Türkisch wörterbuch

kâr
(Osmanlı Dönemi) kazanç
BEKÂR
(Osmanlı Dönemi) Hiç evlenmemiş, zevcesi olmayan adam
BEKÂR
(Osmanlı Dönemi) Taşralı olup, büyük bir şehirde bir işle meşgul olarak, ailesiz yaşayan adam. Bak: Tecerrüd, Mücahede
Bekar
cerit
Bekar
suvoy
KAR
(Osmanlı Dönemi) (C.: Kur-Kirân) Zift, kara boya
KAR
(Osmanlı Dönemi) Deve. Dağ keçisi
KAR
(Osmanlı Dönemi) Küçük tepe
KAR
(Osmanlı Dönemi) Kara büyük ta
KAR
(Osmanlı Dönemi) Ses çıkmasın diye ayağın kenarıyla yürümek
KAR
(Osmanlı Dönemi) Kara taşlı yer
Kar
(Osmanlı Dönemi) DAHK
Kar
(Osmanlı Dönemi) ZALM
KÂR
(Osmanlı Dönemi) f. (Kelimeye bir ek olup, isimleri sıfat yapar) Eden, edici, yapan mânâlarına gelir ve li, lı, cı, ci gibi eklerin de karşılığıdır. İtaat-kâr, hilekâr, isyan-kâr, hamur-kâr, kanaatkâr...gibi
Kâr
(Osmanlı Dönemi) DE'B
bekar
Diyezli veye bomollü bir sesin eski durumuna getirilmesini gösteren nota işareti
bekar
çoban
bekar
Diyezli veya bemollü bir sesin eski durumuna getirilmesini gösteren nota işareti
kar
Kapıyı çalma
kar
Eskiden Dicle ve Fırat ırmaklarında kullanılan yelkenli bir tekne
kar
Yarar, menfaat, fayda
kar
Doktorun muayene etmek istediği yere parmağıyla vurması
kar
Havada beyaz ve hafif billurlar biçiminde donarak yağan su buharı: "Kıştı, yerler iki karış kar tutmuştu."- T. Buğra
kar
Orhan Pamuk'un bir romanı
kar
Klasik Türk müziğinde sözlü yapıt formu
Kurdisch - Türkisch

Definition von be kar im Kurdisch Türkisch wörterbuch

kar
işsiz
kar
keçi yavrusu
kar
hizmet
kar
maslahat
kar
kazanç
kar
kar
kar
mesai
kar
kar
oğlak
kar
eden
kar
anlamı katan sonek
kar
sözcüğe yapan
Deutsch - Türkisch

Definition von be kar im Deutsch Türkisch wörterbuch

Kar
n geogr. sirk; buz yalagi
Schwedisch - Türkisch

Definition von be kar im Schwedisch Türkisch wörterbuch

kär
havle
kår
kolordu
Englisch - Englisch
Türkisch - Englisch

Definition von be kar im Türkisch Englisch wörterbuch

bekâr
bachelor

He remained a bachelor all his life. - Hayatı boyunca bekar kaldı.

Both brothers said that they couldn't support both a wife and an airplane, so they spent their lives as bachelors. - Her iki erkek kardeş hem bir eşe hem de bir uçağa bakamayacaklarını söyledi, bu yüzden hayatlarını bekar olarak geçirdiler.

bekâr
{i} single

I'm going with Ken. He is cool, gentle and smart. What's more, he is single! - Ken ile gidiyorum. O, serin, nazik ve akıllı. Dahası, o bekar!

Some young Japanese people prefer being single to being married. - Bazı genç Japon halkı, bekar olmayı evli olmaya tercih ederler.

kar
{i} snow

According to the weather forecast, it will snow tomorrow. - Hava tahminlerine göre yarın kar yağacak.

It will probably snow tomorrow. - Yarın muhtemelen kar yağacak.

bekar
single

Tom and Mary are both still single. - Tom ve Mary her ikisi de hâlâ bekar.

Tom remained single all his life. - Tom tüm yaşamı boyunca bekar kaldı.

kâr
profit

Tom had a share in the profits. - Tom'un kar payı vardı.

He claimed his share of the profits. - Kar payını talep etti.

kâr
{i} catch

He ran to catch up to his brother. - Erkek kardeşine yetişmek için koştu.

My wife is liable to catch a cold. - Karım üşütmeye eğilimli.

kâr
benefit

It will be to our mutual benefit to carry out the plan. - Bu planı gerçekleştirmek karşılıklı olarak yararımıza olacaktır.

kar
(Ticaret) income

The government decided to impose a special tax on very high incomes. - Hükümet, çok yüksek gelirlere özel bir vergi uygulamaya karar verdi.

kâr
capital

He looked for a profitable investment for his capital. - Sermayesi için karlı bir yatırım arıyordu.

Karakorum is the early capital city of Mongolia. - Karakurum, Moğolistan'ın ilk başkentidir.

kâr
{i} return

I bought him a drink in return for his help. - Onun yardımı karşılığında ona bir içki ısmarladım.

When I met Hanako last Sunday, she said she had returned three days before. - Ben geçen Pazar Hanako ile karşılaştığımda, üç gün önce döndüğünü söyledi.

kâr
gain

They tried very hard to gain an advantage over one another. - Onlar birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için çok uğraştılar.

Perry decided to gain information from Drake. - Perry Drake'den bilgi almaya karar verdi.

bekar
spouseless
bekar
wifeless
bekar
(deyim) fancy free
bekar
eligible
bekar
maiden
bekar
single man

Layla hoped to work for a wealthy single man. - Leyla zengin bir bekar adam için çalışmayı umuyordu.

bekar
single girl
kar
(Hukuk) benefit, earnings, profit, benefit
kar
(Bilgisayar) mix

Air is a mixture of various gases. - Hava, çeşitli gazların bir karışımıdır.

You cannot mix oil and water. - Yağ ve suyu karıştıramazsın.

kar
(Ticaret) yield

He finally yielded to the request of his wife and bought a house. - O sonunda karısının isteğine boyun eğdi ve bir ev satın aldı.

You must not yield to temptation. - Günaha karşı boyun eğmemelisin.

kar
flake
kar
returns
kar
(Ticaret) margin

This product brought us a large margin. - Bu ürün bize büyük bir kar getirdi.

This company's profit margin is very big. - Bu şirketin kar marjı çok büyük.

kar
boot

Tom kicked the snow off his boots. - Tom karı tekmeleyerek botundan düşürdü.

Tom's boots sank deep into the snow. - Tom'un botları karın derinliklerine battı.

bekar
unmarried

As far as I know, she's still unmarried. - Bildiğim kadarıyla, o hâlâ bekâr.

Tom remained unmarried all his life. - Tom tüm yaşamı boyunca bekar kaldı.

bekar
celibate

Being celibate means that you may only do it with other celibates. - Bekar olmak onu sadece diğer bekarlarla yapabileceğin anlamına gelir.

kar
{i} yielding
kâr
take

Lucy's mother told her to take care of her younger sister. - Lucy'nin annesi, ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.

I went to Nagano to take pictures of the mountains covered with snow. - Karla japlı dağların resimlerini çekmek için Nagano'ya gittim.

kâr
takings
kâr
account

I am not accountable to you for my actions. - Yaptıklarımdan size karşı sorumlu değilim.

Our train was delayed on account of the heavy snow. - Bizim tren yoğun kar nedeniyle ertelendi.

kar
profit making
kar
a profit
kâr
revenue
kâr
benefit. gain. profit
kâr
avails
bekar
mus. the natural sign, natural
bekâr
sole
bekâr
unattached
bekâr
unwed
bekâr
unwedded
bekâr
unmarried

As far as I know, she's still unmarried. - Bildiğim kadarıyla, o hâlâ bekâr.

I'm glad to hear that she is unmarried. - Onun bekar olduğunu duymaktan dolayı mutluyum.

bekâr
grass widower
bekâr
single, unmarried; bachelor, single man; single girl, unmarried woman
bekâr
single, unmarried
bekâr
celibate

Being celibate means that you may only do it with other celibates. - Bekar olmak onu sadece diğer bekarlarla yapabileceğin anlamına gelir.

bekâr
{i} Bach

The reason both brothers gave for remaining bachelors was that they couldn't support both airplanes and a wife. - Her iki erkek kardeşin bekar kalmak için ileri sürdüğü neden onların hem uçaklara hem de bir eşe bakamayacaklarıydı.

Tom is a confirmed bachelor. - Tom bir müzmin bekardır.

bekâr
maiden
kâr
pay dirt
kâr
avail

Tickets are available for $30 per couple or $20 per single reservation. - Biletler çift başına 30 Dolar ya da tek bir rezervasyon için 20 Dolar karşılığı mevcuttur.

This bacteria is resistant to every available antibiotic. - Bu bakteri mevcut tüm antibiyotiklere karşı dirençli.

kâr
gainings
kâr
fruit

My daughter likes summer fruits, such as cherries, watermelons and peaches. - Kızım kiraz, karpuz ve şeftali gibi yaz meyvelerini seviyor.

kâr
melon

My sister likes melons and so do I. - Kız kardeşim kavun sever ve ben de.

Mary likes watermelons more than melons. - Mary karpuzları kavunlardan daha fazla sever.

kâr
profit, gain, takings; benefit
kâr
increment