The only room available is a double.
- Mevcut tek oda iki kişiliktir.
Ken's father loved Ken all the more because he was his only son.
- Baba Ken'i haydi haydi severdi,çünkü onun tek oğluydu.
Replace the old tires with new ones.
- Eski tekerlekleri yenisiyle değiştir.
Kill two birds with one stone.
- Tek bir taşla iki kuş öldür.
In Japan almost all roads are single lane.
- Japonya'da neredeyse tüm yollar tek şerittir.
There isn't a single cloud in the sky.
- Gökyüzünde tek bir bulut yok.
For him, divorce is a good invention, with one sole disadvantage: you have to get married first.
- Onun için boşanma tek dezavantajla iyi bir buluş: ilk önce evlenmek zorundasın.
Being an only child, he was the sole heir.
- Tek çocuk olduğu için, o tek varisti.
His technique was unique and absolutely amazing.
- Onun tekniği eşsiz ve kesinlikle şaşırtıcıydı.
United States want to be the World unique superpower.
- Amerika Birleşik Devletleri dünyadaki tek süper güç olmak istiyor.
Mary does not like odd numbers.
- Mary tek sayılardan hoşlanmaz.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
She likes to walk alone.
- O tek başına yürümeyi sever.
She is used to living alone.
- Tek başına yaşıyordu.
She leads a solitary life in a remote area of Scotland.
- O, İskoçya'nın uzak bir bölgesinde tek başına bir hayat sürüyor.
I try to travel with only one suitcase.
- Tek bir bavulla yolculuk etmeye çalışacağım.
Tom offered to carry Mary's suitcase, but she told him she wanted to carry it herself.
- Tom, Mary'ye valizini taşımayı teklif etti ama Mary, valizi kendisinin taşımak istediğini söyledi.
He flatly refused her requests for help.
- Onun yardım teklifini açıkça reddetti.
I offered to fix Tom's flat tire.
- Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.
History is merely repeating itself.
- Tarih sadece kendini tekrarlıyor.
This is the one and only thing he can do. He can't do anything else.
- Bu onun yapabileceği tek şey. Başka bir şey yapamaz.
Tom's pissed off because he's not the one and only.
- Tom tek olmadığından dolayı sinirli.
She added in her letter that she would write again soon.
- O yakında tekrar yazacağını mektubunda ekledi.
The opening address alone lasted one hour.
- Açılış konuşması tek başına bir saat sürdü.
Sami's only companion was his dog.
- Sami'nin tek arkadaşı onun köpeğiydi.
Tom's only companion is his dog.
- Tom'un tek arkadaşı onun köpeğidir.
Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
I think that monolingualism is very limiting.
- Bence tek dillilik çok sınırlı.
Postal services are a government monopoly.
- Posta hizmetleri devlet tekelindedir.
I know a girl who can ride a unicycle.
- Tek tekerlekli bisiklete binebilen bir kız tanıyorum.
A unicycle has only one wheel.
- Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır.
Lindbergh's solo nonstop transatlantic flight was a remarkable accomplishment.
- Lindbergh'in tek başına sürekli transatlantik uçuşu kayda değer bir başarıydı.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Tom claims one and only one god exists.
- Tom tek ve sadece tek bir tanrı olduğunu iddia eder.
This is the one and only thing he can do. He can't do anything else.
- Bu onun yapabileceği tek şey. Başka bir şey yapamaz.
All you have to do is to cultivate the ability to put yourself in the other fellow's place.
- Tek yapmanız gereken, kendinizi diğer arkadaşın yerine koyma yeteneğini geliştirmek.
I bid you greetings and may there be peace through fellowship between us.
- Sana selam teklif ediyorum ve aramızdaki arkadaşlık yoluyla barış olabilir mi.
To form the plural in Esperanto, add a j to the singular.
- Esperantoda çoğul oluşturmak için tekil isme j ekle.
A noun can be singular or plural.
- Bir isim tekil veya çoğul olabilir.
Just because I'm alone doesn't mean I'm lonely.
- Tek başıma olmam yalnız olduğum anlamına gelmez.
To Japanese, an American baby sleeping by himself seems lonely.
- Japonlara göre, tek başına uyuyan bir Amerikan bebeği yalnız görünüyor.
It must be terribly difficult, running her household on her own after divorcing.
- Boşandıktan sonra evinde tek başına koşuşturmak son derece zor olmalı.
The deer was running by itself.
- Geyik tek başına koşuyordu.
Tom lived alone for several years.
- Tom yıllarca tek başına yaşadı.
Jim has asked Anne out several times.
- Jim Anne'e birkaç kez çıkma teklif etti.